KURBAN Bayramı’nın özelliğinden mi, maneviyatından mı desem mevsim ne olursa olsun, o yağmur yağıyor.
Kesenlerin niyetini Allah kabul etsin, kurban kanı temizleniyor bir şekilde.
Ama bir başka gerçek var ki yağmur her şeyi temizlemeye yetmiyor!
Temizlemek şöyle dursun ihtiyacımız olan yağmura her geçen yıl daha da hasret kalıyoruz.
Bilimsel verilerde Türkiye’yi gelecekte su fakiri olarak gösteren yabancı kaynaklara acayip bozulurdum.
Üç tarafı denizlerle çevrili, o kadar akarsuya sahip bir ülke nasıl susuz kalır diye…
Çok uzağa gitmeden kendi kentimizde yaşadık değişimi…
Benim çocukluğumda dört mevsimi kesin sınırlarla yaşardık.
Yazı, yaz…
Kışı, kış…
Baharı, sonbaharı kendi gibi olurdu.
Sokak aralarında kar kalınlığının 1.5 metreye ulaştığına şahit olmuştur bizim nesil.
Damlardan kaldırımlara kadar buzlar sarkardı.
Sonbaharda ağaçların sararan yapraklarının ayrı bir güzellik kattığı yollarda yürüdük biz…
Başladı mı bitmeyen yağmurlarla susuzluk nedir bilmedik, görmedik biz…
Şimdilerde çiseyi yağmur belledik artık.
Ne ettiysek kendimiz ettik.
Doğanın içine ettik önce…
Kendini değiştirmesi için elimizden geleni yaptık.
Aslına bakarsanız doğa bırakmadık.
Her tarafı betona gömerek büyüyoruz, gelişiyoruz zannettik.
O beton kütlelerinden gökyüzüne çıkan ısıyla yağmur oluşumlarına son verdik.
Kendiliğinden değişmezdi mevsimler.
Biz senelerce değişmesi için el birliği ettik.
Bu ara barajlarımız ne haldedir bilemiyorum.
Samsun merkezine uğramayan yağmur belki oralarda geziniyordur.
Bayram sonrası dedim ya…
Tırı vırı işlerle…
Kimin ne konuşup, ne yazdığı ile uğraştığımız kadar geleceğimizle uğraşsak diyorum.
Tabii kendi kendime.
Yağmur yağmamış…
Kar düşmemiş…
Bu dünyada tuzu kuru olanları ilgilendirir mi sizce?