ÇARŞAMBA günü gazeteye uğradığımda Uğur kardeşimle biraz sohbet ettik.
O da benim gibi huzur arayanlardan.
O nedenle bayramda yaylaya gitmiş.
Trafik yok...
İnsan sesi yok…
Gürültü patırtı yok…
Tam bir sessizlik, sükunet ortamı...
Huzur içinde geçirilen birkaç gün…
Hem de 2200 metrenin serin, nemsiz ortamında…
Söz buradan açıldı, döndü dolaştı Atakum’a, sahile geldi.
50 yılım geçti dile kolay…
Ne vardı, ne yoktu iyi bilirim.
Ama 50 sene sonra paldır, küldür elimdekileri elden çıkartıp tepelere kaçtım.
Daha serin…
Daha sessiz…
Daha nemsiz…
Onun için Atakum’da, özellikle de sahilde daire sahibi olmaya çalışanlara hayret ediyorum.
Hem de öyle az buz bir paraya değil.
İki sene önce 1.5-2 milyon olan dubleks daireler 4-6.5 milyon olmuş.
Ne için bu kadar paralar?
Önce havam olsun;
“Sahile sıfır dairem var.”
Sonra;
Balkona çıkınca deniz görüyorum.
Ne oluyor denizi görünce…
Ben 50 sene oturdum, 50 sefer denize bakmadım.
Akşam geliyorsun eve, yemeğini yiyip gazete okuyor, televizyona takılıyorsun…
Sonraki durak, yatak.
Bunun için, hava için bu kadar paralar verilir mi?
Binanın altında eğlence mekanı…
Yanında çok katlı başka bir mekan…
Kavga bitmez…
Gürültü bitmez…
24 saat araç ve müzik sesi…
Vallaha gözümü açtığım, çok şeylere sahip olduğum yerden neden kaçtın zannediyorsunuz;
Huzur aradım.
Sükunet aradım.
Hala sahil diyenlere, hayırlı olsun diyorum.
Sonunuz nasıl olsa;
Ya dağa!
Ya yaylaya!