CUMA gecesi oğlum aramış telefonla.
Geceleri telefonum sessizde, ben de TV karşısında uyumaklı olduğum için duymamışım.
Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş.
Duysaydım da fark etmezdi.
İki gün nihayetinde.
Ekmek var, su var…
Allah ne verdiyse yiyecek de var.
Ölmeyiz yani!
Aç da kalmayız.
Ama sabah uyanıp da internette sokak görüntülerini görünce çok üzüldüm.
Üç aydır memleketi toparlamaya çalışan sağlıkçılar için üzüldüm.
Her akşam televizyona çıkıp halkı, Bilim Kurulu’nun aldığı kararlar doğrultusunda bilgilendiren Sağlık Bakanı için üzüldüm.
Kıtlığa düşecekmiş gibi hurra fırına, marketlere saldıran halkımız için üzüldüm.
Ne vardı ki bu kadar panik yaratacak?
Fırın benim oturduğum evin yakınında.
Pazar sabahı sıcacık mis gibi ekmekleri aldım.
Hatta komşumun kapısına da bıraktım.
Kimsecikler yoktu fırının önünde, kuyruk da...
Cehaletin, aldırmazlığın, fütursuzluğun dik alasını yaşadık.
Geçen gün rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün bir videosuna rast geldim yeniden.
Kuran-ı Kerim’den bahsediyordu.
Bütün konuşmada ne söylediği değil ama Kuran için ilk söylediği önemli.
“Kuran ilk olarak okumayı emrediyor” diyor.
Niye okuyacağız?
Öğrenmek için…
Cahil kalmamak için…
Duyduklarımızı, bildiklerimizle karşılaştırıp sürü psikolojisine dahil olmamak için…
Bunu niye söylüyorum;
Biraz eğitimli bir topluluk olsak, bini aşkın kişiyi korona virüsten kaybettiğimiz ülkede, “Yakın temastan kaçının, sosyal mesafenizi koruyun” diye kendini yırtan bilim insanlarımızın lafına kulak verir cuma gecesi görüntülerine meydan vermezdik.
Yanlış zamanda yanlış bir karardı.
Halk olarak yanlışa balıklama atladık.
Bile bile lades olduk!