HABERİ izlerken yıllar önce seyrettiğim bir filmi hatırladım yeniden.
Ama oradaki kaçış bir esir kampındandı ve filmin adı da;
‘Büyük Firar’dı.
Uygun olmayan şartlardan,
Ellerinden alınmış haklardan,
Mezalimden,
Eziyetten,
Uygulanmayan uluslararası kurallardan, özgürlüğe kaçıştı.
O bir kuru.
O bir filmdi.
Ama bugün kendi ellerimizle yarattığımız yaşam şartlarından kaçışa ne diyeceğiz?
Üniversiteden kaçışa ne diyeceğiz?
Bugün itibariyle üniversiteyi bırakan öğrenci sayısının, 50 ilin nüfusunu aştığını neyle, nasıl ifade edeceğiz?
Sayıları 728 bini aşmış!
Sayılar durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor aslında.
Okumuş, yetişmiş bir nesle sahip olmak Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi olmalıdır aslında.
Bu Cumhuriyeti kurup, bizlere emanet eden Ulu Önder, Büyük Atatürk ne diyordu?
“Bir gün, benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi tercih ediniz.”
Peki, biz bilimden uzaklaşan bir toplumla bu bilinci nasıl yerleştireceğiz ki?
Ağırlaşmış ekonomik koşullar.
Hayat pahalılığı.
Dizginlenemeyen enflasyon.
Gelecek kaygısı.
Yitirilen güven.
Ayrıştırılmaya çalışılan bir toplum ve bu toplumun geleceğini teslim edeceğimiz genç nesil kendini güvende hissetmiyorsa...
Üniversiteyi, okumayı bırakıp kaderini düşünmek için elleri başlarının arasında düşüncelere teslim oluyorsa.
Sadece okuyanı değil.
Okumuş.
Tahsil görmüş.
İhtisasını yapıp doktor…
Mühendis…
Mimar…
İktisatçı, hukukçu vs. olmuş beyinlerimiz bu ülkeden göçmenin yolunu arıyorsa;
Bu ülkeyi kime,
Hangi birikimlere,
Hangi zihniyetlere teslim edeceğiz?
Ondan öte, bu zihniyetlere nasıl güveneceğiz?
En başta anlattığım bir esir kampıydı.
Ama bu ülke bizim zenginliğimiz.
Bu ülke bizim evimiz.
Bu ülke bizim vatanımız.
O halde, biz, gençlerimiz neden kaçmayı tercih ediyor.
Hiç düşünmeyecek miyiz?
Bu kaçış,
Bu ‘Büyük Kaçış’ niye?
Dudak büküp geçecek miyiz?
Sonuçlarının ülkemize maliyetini düşünecek miyiz?