BÖYLE bir gurup var mıdır, bilmiyorum.
Bu benim tanımlamam ve yakıştırmam.
Ama önceden duyardık…
Dilenciliği meslek haline getirip kendi hükümranlığını kuranlar, küçük yaştaki veya kimsesiz çocukları kaçırıp bedenlerinde kalıcı sakatlıklar meydana getiren uzuv noksanlıklarını oluşturur ve onları dilenciliğe mecbur ederlermiş.
Düşündüğümde tüylerim ürperir hala…
Allah korusun hepimizin çocukları, torunları var.
Böyle bir şey başlarına gelse neler yaşardık acaba?
Bir dakika gözümüzün önünden kaybolsalar, aklımıza bin bir türlü melanet senaryosu gelmez miydi?
Düşüncesi bile kötü!
Şimdilerde bu tür vakaların olup olmadığı polis kayıtlarında mevcuttur mutlaka…
Ama gerçekte var olan ve reel olan bir şeyi biliyoruz; ‘Dilencilik’ ve bunu meslek edinenler var.
Zabıtanın yakalayıp üzerindeki nakit parayı tespit ettiğinde bir ‘vav’ çekmiyor muyuz?
Bunu alışkanlık haline getirenlerin birçoğunun da bu denli kolay paraya ihtiyacı yok aslında.
Ama kolaycılık ve zahmetsiz para hepsine cazip geliyor, bu kesin.
Arastalarımızın çoğunun abone el açanlarının mevcut olduğunu biliyorum.
Haftanın belli günlerinde gelip, verilen sadakayı alıp, giderler.
Miktar aynıdır hep.
Ne eksik ne fazla…
Aynı olan bir başka şey daha vardı; el açanların bizim insanlarımız olduğu…
Bunu bilir ve çoğunu tanırdık.
Şimdilerde kentin kavşaklarına bir bakın!
Savaş muhabbetine bu ülkeye kabul edilen yabancı uyruklu yetişkinler ve çocuklarıyla işgal edilmiş durumda.
Her kırmızı ışık, sıkıcı dakikalara delalet.
Ve ben hiç sevmiyorum bu manzarayı…
Hem bu insanları görmek sıkıyor beni.
Hem de onların işgal ettikleri yerde bu kentin evsiz, barksız, işsiz insanların olamamasını…
Olamamasını diyorum çünkü yabancı uyrukluların kaptığı köşelerde bizimkilerden görüntü yok.
‘Dilenci Mafyası’ tabirimin nedeni budur.
Açık söyleyeyim; ‘Benim açım dururken, yabancının yüzsüzüne yüz vermiyorum bile.’
Korkunçta rahatsızım herkes gibi bu görüntüden.
Dileğim, güvenlik güçlerimizin bu yüzsüz ve yapışkan asalakları işgal ettikleri yerlerden uzaklaştırmaları…