CUMARTESİ günü sonucunu keyifle kutlayabileceğimiz bir maç izledik Bodrum’da…
Kazanmak için her şey vardı sahada.
Etkili ayaklar vardı.
Girilen net pozisyonlar vardı.
Bir deplasman maçında, ‘galibiyet fırsatı insanın ayağına ancak bu kadar gelir’ diyebileceğimiz pozisyonlar vardı.
Rakibin son haftalardaki kaybetmeme alışkanlığı ve isminden çekindiği bir Samsunspor vardı.
Ama olmadı.
O top bir türlü rakip filelerle kucaklaşmadı.
Vuran ayaklar istemediler mi, gol olmasını?
Elbette istediler.
Ama ‘golü ben atayım egosu’, Samsunspor’u olası bir deplasman galibiyetinden ve puan olarak kendisini tehdit eden bir rakibi biraz daha kendisinden uzak tutmak şansından ediverdi.
Başta Soner olmak üzere kendilerinden daha iyi pozisyondaki arkadaşlarını tercih etmeyip kaleye vurmayı yeğleyenler, Samsunspor’u olası kolay bir galibiyetten ettiler.
Oysa gol atmak kadar, attırmakta değerli bir şeydir.
Hatta daha çok futbol keyfi verir bence…
Daha çok sevinir.
Bir gol pası ürettiğiniz için daha çok mutlu olursunuz.
Yoksa deplasmanda güçlü bir rakipten alınan bir puan Hüseyin hocanın geçen hafta ettiği, ‘Bu bir bizi belki de şampiyon yapacak’ sözünü deplasmanda daha da anlamlı ve güçlü bir hale getirir.
Maç şöyle oynandı, böyle oynandı faslına hiç girmeyeyim.
Rakibin ilk ciddi gol atağını güzel bir plonjonla önleyen kaleci Szumski’nin yüklediği moralle yüzde yüz pozisyonları çiğneyen ayaklar, olası bir galibiyete çekilen set oldular.
Hem de hakemin ve ‘Var’ın çok süzmek istemediği bir penaltı pozisyonu dışında şeker gibi yönettiği bir maçta…