ÜST üste aldık ölüm haberlerini…
Samsun’da tanıdığım, her ikisi ile de onlarca anıyı paylaştığım iki değerli insan…
Biri spor camiasında, diğeri basın sektöründe beraber yürüdüğüm iki dost.
Mehmet Babalık ve Mehmet Güner.
Biz “Babalık” diye hitap ederdik hem yüzüne hem aramızda olmadığında…
Mehmet Babalık ile tanışmamız Samsunspor yılları…
Önce altyapıda sonra A takımda mütevazi kişiliğiyle görev yapan bir spor adamı…
Benim takım kaptanı olduğum yıllar…
Rahmetli Babalık içi dışı bir insandı.
Düşündüğünü, aklına ilk gelen cümleyi sarf eden açık yürekli mert insan.
Hiç unutmuyorum bir maç oynuyoruz.
Mevkiim itibariyle gelişen o akında forvetin sol tarafındayım.
Sağ taraftan göğüs ile kafa yüksekliğin arasında bir orta geldi.
Yapılması gereken göğüs ile yumuşatıp öyle oynamaktı.
Niye yapmadım bilmiyorum, yarım bir dömivole ile şut atmayı denedim ama topu ıskaladım.
Devre arası Babalık köpürüyor tabi;
“Ne artistlik yapıyorsun indir de vursana” anlamına gelen ama içine biraz kaba bir tabir olan bir cümle kullandı. Sinirlendim bende ve hiç yapmadığım bir şeyi yapıp ayakkabılarımı kaldırıp duvara fırlattım.
Tabi Babalık’ta haklı olarak beni oyundan aldı.
Sonrasında beraberliğimiz uzun yıllar benim yöneticiliğimde de sivil hayatımda da devam etti.
Ama o tatsız anı ben hatırladım ne de o hatırlattı o günden sonra.
Kin tutmayan, insan canlısı ve herkes tarafından koşulsuz sevilen o müşfik insan artık aramızda değil.
Mekanı cennet olsun…
Mehmet Güner, spor idareciliğim ve basın dünyasına dahil olduğum dönem sürecinde Hürriyet Büro Şefi olarak tanıdığın müstesna ve kendi özgü bir kişilikti.
Her ziyaretimde dudağının alt tarafında bulunan sakal parçasını iki parmağıyla çekiştirir ve, “Hoş geldin kaptan” derdi.
Zaman içinde Yeni Ekip Gazetesi’nin kuruluşunda benimle ve Hayati Kaynar ile beraber yer almış ve dirsek çürütmüştü.
Yıllar onun çizgisini ve tavrını hiç değiştirmedi.
Benimsediği hayat tarzı ve alışkanlıklarının kendisinden başka kimseye zarar vermedi.
Duydum ki o da buradan uzakta bir yerde hayata son kez bakmayı tercih etmiş.
Onların ölüm haberini duymadan bir, iki gün önce Hayati’ye;
“Ben ölsem, ölüm haberimi nasıl verirsin? Süsleme sakın, ‘Nusret abimizi kaybettik’ de yeter.” dedim ters ters baktı bana…
“Ölüm şimdi nerden çıktı” der gibi.
Ölüm vardı elbette, yine görevdeymiş.
İki değerli insana çöküvermiş.
Toprakları bol, kabirleri nur ile dolsun…