BU HAFTA SONU yine hayatın bize sunup düşündürdüklerine takılmak istiyorum biraz.
Ne kadar insan tanıyoruz hiç düşündünüz mü?
Arkadaş olduklarımız…
Dost olduklarımız…
Yakınlarımız…
Ailemiz…
Sevgi dolu olup asla vazgeçemediklerimiz…
Her başlığın içine kaç kişi yazarsınız bilemem ama yekunu bir hayli eder herhalde.
İşte o toplam içindeki tüm insanların kendi dünyaları…
Kişiliklerini, karakterlerini bir anlamda kendilerini yansıttıkları ve yaşadığı bir dünyadan bahsediyorum.
O hayatın felsefesi kendilerine ait…
Onlar düşünüp kuruyor ve yaşıyorlar.
Siz o dünyanın zırhını delip içine girmek isteseniz de nafile…
Giremiyorsunuz yani…
Çünkü aslında böyle bir dünya yok.
Zihinlerde yaratılmış…
Birçok insandan soyutlanmış…
Sınıflanmış insanlarla donatılmış o dünya…
Ve siz bir anlam ifade etmiyorsunuz o dünyada…
Ne gönüle girebiliyor…
Ne de ufakta olsa hatırınızı saydırabiliyorsunuz.
Geçer belki,
Düzelir,
Beni de hatasını da fark eder umuduyla sabır taşlarının ardına sığınıyorsunuz.
Ve olmuyor!
Çünkü siz artık o dünyada yoksunuz.
Israrcı olmanın bir anlamı yok.
Artık yapacak tek şey kalıyor size…
Çaresiz atılıyorsunuz, kendinizi bulmak istediğiniz dizelere;
“ANLAMINI yitiren yerlere veda etmek gerek.
Hatır, gönül bilmeyenleri hatırdan silmek gerek.
Ruhu ve şahsiyeti incitenleri terk etmek gerek.
Sabırda yorulursa eğer, sonundaki selamete yürümek gerek.
Naifliği eziklik sananların zanlarını da ezip, geçmek gerek.”