ÇOCUKLUĞUMU, delikanlılığımı, gençliğimi ve erişkinliğimi ayağını toprağa basma imkanı olarak geçirmiş şanslı insanlardanım.
Rahmetli babam 1960 yılında Bahçelievler Mahallesi’nde 600 metrekare bahçesi olan tek katlı bir ev satın almıştı.
Yıllarca orada oturduk.
60’lı yılların sonuna doğru beş aile Atakum’da, deniz kenarında 3 dönüm yer aldık.
Beş adet ev yapıldı.
Çok uzun yıllar orada ikamet ettik.
Ta ki 2017’de sevgili kardeşim Mahmut Baran’ın katkılarıyla yıkıp yerine yeni bir bina yapana kadar…
Çok güzel dubleks bir dairem vardı ama oturmayı hiç düşünmedim.
Çünkü biz toprağa alışıktık.
Kendimizi onunla çok daha özgür hissediyorduk.
Şehir plancısı oğlum da aynı tutkuyla büyümüştü ve o da kendi çocuğunu özgür bir ortamda doğa ile birlikte büyütmek istiyordu.
Uzatmayayım, Alanlı sırtlarında 1200 metrekare bir arsa satın aldık ve üzerine yine sevgili Mahmut’un maddi, manevi katkılarıyla yaz-kış oturulabilecek iki ev yaptık.
Bu arada kovid-19 virüs olayı patladı.
Apartmanlardan, toverlardan daire alanların fikri birdenbire değişti.
Artık herkes başkalarından uzak, üzerinde sadece kendilerinin oturacakları bir evi inşa edecekleri arsa alım peşine düştü.
Hatta benim yanımdaki parsele talip olan genç bir çiftten kendi hikayelerini dinlemiştim.
Bahçe içindeki evlerini satıp, o çok katlı toverların birinden bir daire satın almışlar ama sonrasında çok pişman olmuşlar.
Şimdi o daireyi satıp, müstakil bir parselde kendi evlerini yapmayı planlıyorlarmış.
Sadece onlar mı?
Pandeminin yol açtığı krizde bakıyorum artık herkesin ortak özlemi, bağımsız bir evde oturmak.
Toprakla haşır neşir olup tehlikeden uzak, mutlu yaşamak…
Değişim dediğim işte bu.
Bazen o değişimi yaratmak için göbeğinizi çatlatırsınız.
Bazen de bugün olduğu gibi insanlar kendilerinden, kolayca o değişimi yaratırlar.