KORONALI günler yavaş yavaş can sıkmaya başladı.
Her akşam yenilenen korona istatistiğini içimiz burkularak izlemeye başladık.
Test sayısı…
Yeni vaka sayısı…
Yoğun bakım, entübe ve ölüm sayısı…
Veriler içinde en çok iyileşen hasta sayısına ilgi duyuyorum.
Sayı yükseldikçe moral katsayım artıyor.
O nedenle yeteri kadar herkesin değindiği bu konudan bazen uzaklaşmak gerek diyorum.
Zira Türkiye’nin gündeminde çok önemli konular var.
Bunlardan birisi, tarımsal faaliyetler.
Uzmanlar son 15 gündür bir hususa dikkat çekiyor.
Ekim zamanı…
Ay sonuna kadar önümüzdeki yılın hasadını oluşturacak ekimin mutlaka yapılması gerektiği ifade ediliyor.
Tarım ürünlerinde dışa bağımlı hale gelmemek önemli.
Birçok ürünü dışarıdan ithal etme gibi bir alışkanlığımız oluşuyor görüntüsü var.
Halkımızın sofrasına ucuz, kaliteli ürünleri getirmek önemli ama hal böyle değilse tabloyu tersine çevirmek gerekiyor.
Çiftçi ve köylüye destek oranları arttırılmalı.
Ürün maliyetlerinin asgariye çekilmesi için her türlü tedbir alınmalı.
Hatta elde edilen ürüne devlet tarafından alım desteği garantisi verilmeli.
Tarımda dışa bağımlı bir ülke ve toplum yaratmanın zarar ve vahametini ‘tarımsal ekonomi’ yönetiminde söz sahibi olan uzmanlar kadar bilemesek de sonuçlarını tahmin etmemiz zor değil.
Geçmişte ülke olarak en çok gurur duyduğumuz hususlardan birinin, tarımda kendi kendine yeten bir ülke olmak olduğunu asla unutmamalıyız.
Hiçbir şeyimiz yoksa buğdayımız, pirincimiz, şekerimiz, çayımız, tütünümüz var diyorduk.
Kimsenin eline bakmıyorduk.
“Aç kalırız” diye düşünmüyorduk.
Tok kalmayı lüks görmüyorduk.
Kendi kendimize gerçekten yeteriz, bir ülkenin yaşamında en önemli ve en büyük özgürlüklerden biri ‘tarımsal özgürlük’tür, diyorduk.
‘Özgürlük’ kelime ve ifade ettiği anlam bakımından gerçekten hayatımız için önemli.
Ve asla hangi hususta olursa olsun, kaybedilmemeli…