AMACIM maneviyatla oynamak değil.
Son günlerde yapılan operasyonlarda canını yitiren şehitlerimiz benimde canımı çok yaktı sizlerinki gibi…
Babalar ağladı.
Analar ağıt yaktı.
Bacıların, kardeşlerin…
Eşlerin, çocukların ciğerleri yandı.
Al bayraklara sarılı tabutlar sıvası dökülmüş evlerin önünden uğurlanırken sonsuzluğa,
Nidalar yükseldi her şehit cenazesinde olduğu gibi gökyüzüne;
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ diye.
Yıllardır böyle devam ediyor.
Binlerce ana kuzusu el topraklarında canını veriyor.
Biz burada bağırıyoruz;
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez!’
Samsun’a ilk şehit ateşi düştüğünde de bir yazı yazmıştım.
Yine aynı nidalar vardı.
Yine gözyaşları…
Herkes son görevini yapıp gitmişti de geride bağrı yanan, yüreğine ateş düşen bir ana kalmıştı evladının yalnızlığında…
Bende o zaman sormuştum işte;
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye kendi ateşinizi söndürüyorsunuz da…
Bir de şehidin anasına sorun bakalım;
O ana kuzusu ölmüş mü, ölmemiş mi?
Yitip, gitmiş mi, diye.
Dün bir kadın spikerin bu konudaki duygularını dinleyip, paylaşmak istedim sizinle.
Diyor ki;
Biz süslenip, püslenip çıkıp bir solukta sunuyoruz bu haberleri de,
O canlar…
O canların anaları,
Babaları…
Çocukları…
Sevgilileri…
Eşleri…
Aşkları…
Hayalleri..
Hikâyeleri, umutları ne oluyor? Nereye gidiyor?
Başımız sağ olsun deyip, kamera açısını değiştirip başka habere geçince bitiyor mu?
Bitecek mi?
Vatan sağ olsun.
Elbette sağ olsun da…
Vatan dediğin, kaybettiğimiz o evlatlarımız değil mi?
İnsanın ne nefesi, ne göğüs kafesi yetiyor böylesi şiddetli bir acıyı telaffuz etmeye.
Bu defa unutanın hakikaten vicdanı kurusun, diyor.
Kurur mu, kurumaz mı bilemem de…
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ derken yine de bir soru ciğerleri evlat acısıyla yanan analara;
‘Şehit evladın öldü mü, yaşıyor mu’ diye.