BUGÜN yetişmiş ağaçlara bakmak büyük bir zevktir.
Dalına çıkarsınız…
Gölgesinde serinlersiniz…
Salıncak kurar, keyif yaparsınız…
Hiçbir şey yapamasanız karşısına geçer derin bir nefes alır, yeşilin tadını alırsınız.
Hiç unutmuyorum yıllar önce Atakum’daki evimizin bahçesi düzenlenirken orman mühendisi olan akrabamızın tavsiyesi ile çam ağaçları dikmiştik.
Biliyorsunuz çam ağaçları çeşitli şekilde adlandırılır ve anılır.
Bizimkilerin arasında adı hep ilginç geldiği için unutmam, Kleptomerya vardı.
Tam olarak böyle mi yazılıyordu bilemem ama ben hep öyle andım.
Aradan 50 yıl geçti bizim çamlar büyüdü.
Gölgesinde ot bitmez çam ağacının ama verdiği serinliğe de paha biçilmez.
İşte öyle büyüdü bizim ağaçlar.
Bir apartman boyu oldular.
Ben çocuktum, delikanlı oldum.
Genç, erişkin oldum.
Çocuklarım, torunlarım oldu.
Ağaçlarda benimle beraber, gözlerimin önünde büyüdüler.
İlk can suyu verdiğimiz gün geldi hep aklıma onları seyrederken.
Sonra gün geldi ev eskidi, yenilemek icap etti.
Üç tanesini yolda, kaldırımda bıraktım.
Birini bahçesini içinde.
Kıyamadım kesmeye.
Kesilmeye de bırakamadım.
Evlat gibidir ağaç.
Ama önce dikmesini bileceksin.
Yıllar boyu seninle büyümesini seyredeceksin.
Seyredeceksin ki, kıymetini bileceksin.
Dün gazetede manşet haber olmuştu.
Terme’de “Aşk Tüneli” denilen yerde ağaç katliamı yapılmış!
Ellerinde motorlarla kesip, biçmişler canım ağaçları.
Kesene ne diyeyim; onlar emir kulu!
Kestirene söyleyecek çok şey var ama…
“Sen evladına kıyabilir misin?
Yatırıp, kesebilir, zarar verebilir misin?
Yapamazsın değil mi?
Çünkü sen büyüttün, sen emek verdin.
Ama şimdi hiç düşünmeden ağaçları kesme emrini verebiliyorsun!
Canın acımaz biliyorum ama sormak istiyorum;
SEN HİÇ FİDAN DİKTİN Mİ?