Yazıp yazmamayı çok düşündüm sonunda yazmaya karar verdim.
Daha önce de yazdım, tekrar yazacağım; ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne Adalet Partili olarak gittim, merhum Alparslan Türkeş’i görünce Milliyetçi Hareket Partili olarak döndüm; doğrusu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partili olarak demeliydim.
Başbuğ Türkeş Cumhuriyetçi Köylü Partisine girdikten sonra hem partinin genel başkanı oldu hem de partinin adı ve amblemi değişti.
Bir inanç önderiydi Alpaslan Türkeş, bir dava adamıydı ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oyu hep yükseldi yaşadığı sürece.
%2.2 ile başladığı seçim yarışında oyu %8.6’ya kadar çok düzenli bir şekilde ve sürekli olarak arttı.
Kim ne derse desin, kim kendinde keramet ararsa arasın 1999 genel seçimlerinde Sayın Devlet Bahçelinin kazandığı oylarda 4 Nisan 1997’deki o muhteşem cenaze törenin büyük rolü vardır.
Merhum Türkeş bir inanç adamıydı, kendine ve milletine güveni sonsuzdu. Hem davasına inanır hem de çevresini inandırırdı. Bugün hala bazı akademisyenler kaldı ise o günlerin yâdıdır.
Bugün gelinen noktayı görünce içim parçalanıyor. Bu hareketin murisi “bu benim son dönemim” diyen bir şahsa adeta yalvarıyor:
“Ayrılmazsın, Türk Milletini yalnız bırakamazsın. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”
Vah zavallı Türk Milleti.
Bizi kimler nelerle kandırmış.
Yok “Ergenekon Destanı”, yok “Yaratılış ve Türeyiş Destanı”, yok “dünyanın en eski milleti” söylemi.
Biz bir kere Kurtuluş Savaşı verdik, bir daha Allah bu milleti ne Kurtuluş Savaşı kazanmak ne de İstiklal Marşı yazmak zorunda bırakmasın.