Artık hiçbir partiye mensup değilim.
Ama bu en güzel günlerimin Ülkücü Hareket içinde geçtiğinin inkârı anlamına da gelmez.
Bir ömrü verdim Ülkücü Hareket uğruna; pişman değilim; hem de hiç değilim. Ama hareketin parçalanmışlığı, dağınıklığı ve hele de biri birine karşı kullandığı üslup beni çok üzüyor. Yüksek bir idealin akıbeti bu olmamalıydı.
Ne güzeldi o günler, neler söylerdik bu millete ve gece gündüz nasıl çırpınırdık insanları ikna için.
Netice de alırdık: %2.2 ile başlamıştık seçim yarışına % 8.6’ya ulaşmıştık. Ben hâlâ Devlet Bahçeli’nin aldığı % 18’ni oyun ve 129 milletvekilinin Alparslan Türkeş’in hazin ama hazin olduğu kadar da muhteşem cenaze töreninin etkisi olduğuna inanır ve savunurum.
2 milyonu aşkın bir inanmışlar ordusunun o karda kışta Ankara toplanması muhteşemdi.
O günü hem Türkeş Bey’in anısına olan saygımdan hem de davaya olan bağlılığımdan dolayı hiç unutmam.
Bir de Ankara’da o muhteşem yürüyüşü. Saat 10.00’da başlamıştık yürüyüşe Mülkiye’nin önünden saat 17.00 hâlâ konvoy Tandoğan’a ulaşamamıştı. “Ya gitmeseydik ya dönmeseydik” diye hâlâ hayıflanırım.
Biz hem Türkiye’yi tarardık hem yeri gelince de kavga ederdik ama önce okurduk, savunduğumuz fikri karşımızdaki ikna ederdik. İkna edemesek bile ikna etmek için her çabayı gösterirdik.
Hayıflanmıyorum emeklere ama parçalanmışlık içimi parçalıyor. Biz böyle olmamalıydık. Hele de birbirimize karşı böyle suçlamalarda bulunmamalıydık.
Eğer bugün geleceğin tohumlarının atıldığı ya da geliştiği dönemlerse vay geleceğimize.