Türkiye'de 76 yıl önce, 1945 yılında yüzyıllarca kendine ait ekecek bir avuç toprağı olmayan bir millet için devrim niteliğinde bir kanun çıkarıldı.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu.
Toprağı olmayan ya da yetmeyen çiftçilerin aileleriyle birlikte geçimlerini sağlayacak ve işgüçlerinin değerlendirecek ölçüde toprak edinmeleri sağlandı.
Kanunun TBMM’de kabul edildiği 11 Haziran tarihini takip eden pazar günü de "Toprak Bayramı" olarak ilan edildi.
O zamandan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Artık Toprak Bayramı kutlanmıyor ama her 5 Ekim'de, toprağın önemini hatırlatmak için broşürler bastırılıyor, siyasiler, ilgililer mesajlar yayınlıyor.
Türkiye'de 2020 yılının verilerine göre 2 milyon çiftçi topraktan geçimini sağlıyor.
Ve bu 2 milyon çiftçinin ürettiği ürünlerle 81 milyon aç kalmadan yaşamını devam ettiriyor.
Ne var ki hepimizi doyuran, bunun yanı sıra dünya yaşamının devamını sağlayan doğaya ve tüm canlılara ev sahipliği yapan toprağa saygı, her geçen gün azalıyor.
İklim değişiklikleri, erozyonlar yetmiyormuş gibi her şeyi rant ve kolay kazanç sayan politikalar nedeniyle de topraklarımızı kaybediyoruz.
TÜİK verilerine göre; 2002'de 26,5 milyon hektar olan toplam tarım arazimiz son yıllarda 2,6 milyon hektar azalarak 23,9 milyon hektara kadar inmiş durumda.
Açlığın, yoksulluğun, eşitsizliklerin yaşandığı ve her geçen gün arttığı bu dünyada, sahip olduğumuz zengin toprak varlıklarını çok iyi korumak ve geleceğe aktarmak zorunda değil miyiz?
Yakılan ormanlara kondurulan oteller, tarım arazileri üzerine kurulmak istenen termik ya da biyokütle enerji santralleri yetmiyormuş gibi, her geçen gün tarım arazisi vasfından çıkartılarak sanayi bölgesi haline getirilen binlerce dönüm toprak parçası, sadece bizim değil, çocuklarımızın geleceğini de tehdit ediyor.
Topraklarımızı kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi evsel, endüstriyel, nükleer atıklar, egzoz gazları; havayı, suyu ve toprağı da kirletmeyi sürdürüyoruz.
Suyu, havayı ve toprağı kirleten insan, kendi elleriyle geleceğini yok ediyor.
Dahası, gelecek nesillere nefes alınamaz, yaşanılamaz bir dünya bırakarak insanlığın geleceğini de tehlikeye atıyor.
Hem dünyada hem ülkemizde pandeminin getirdiği sorunların yanında, yaşanan ekonomik sıkıntılar üretim şartlarını zorlarken iklim değişikliğine bağlı verim azalmaları, su seviyelerindeki azalma sulama imkanlarını kısıtlayacak, artan doğal afetlerin mali yükü artacak, üretimde çok büyük sorunlar yaşanacağı şimdiden görülüyor.
Geleceğe yönelik şartlar ortada iken heba edilecek bir karış toprağımız olmamalı.
Ne diyordu halk ozanımız Aşık Veysel, "Benim sadık yarim kara topraktır."
Çünkü toprak varsa; hayat var!