Dünyanın en zor elde edilen duygusudur, 'güven'...
Birisine arkanızı döndüğünüzde, zora düştüğünüzde, çok kritik bir karar almak istediğinizde, önemli bir emanet teslim etmek istediğinizde hep bu 'güven' konusu gelir oturur karşınıza…
Birine güvenmek zordur çünkü. Hele de geçmişinizde insanlardan ciddi kazıklar yemişseniz yani yarı yolda bırakılmışsanız, kimseye öyle kolay kolay güven duymazsınız.
Güven/güvensizlik meselesi ikili, çoklu ilişkilerde böyledir de ekonomide de aynı bu şekilde işler. Bir ekonomik sistemin sağlıklı işleyebilmesi sadece reel faktörlere bağlı değildir çünkü. Aynı zamanda dışsal faktörler de etkilidir ki bunların başında, güven, sadakat, doğru söyleme gibi değerler gelir.
Örneğin bizim ekonomimizde yıllar önce meydana gelen, finans piyasasını tepetaklak eden 2001 krizinin temel nedeni nedir biliyor musunuz?
Güvensizlik!
Siyasi istikrar ve kararlılığın olmaması, daha doğrusu hükümetin gerekli tedbirleri alabilecek iradeye ve kararlılığa sahip olmaması o tarihte yaşadığımız büyük krizin temel nedenidir aslında.
Bu güven konusuna neden dikkat çekmek istediğime gelince; önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e 'güveni'nin tam olduğunu söyledi ve "Yılın ikinci yarısından itibaren uyguladığımız ekonomi programının olumlu yansımalarını daha net göreceğiz" diye konuştu.
Erdoğan'ın bu sözleri hakikaten önemli. Çünkü öteden beri Şimşek'in Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonrasında baharda başlattığı 'ortodoks' ekonomi politikasına devletin zirvesince her an müdahale edilebileceği, 2021 yılı eylül ayından itibaren 'faiz sebep, enflasyon sonuç' denilerek yapılan faiz indirimleri ve sonrasında patlayan döviz kuru ve enflasyonun, Bakan Nebati'nin açıkladığı gibi heterodoks ekonomi politikalarıyla aşılmaya çalışılması ve bu politikaya geri dönüleceği endişesi, ekonomide güveni zedeleyen en önemli unsurdu.
Ama öyle görünüyor ki Sayın Erdoğan'ın bu açıklamaları, geçmişte yapılan yanlışlardan geri dönüldüğüne dair inancı pekiştirdiği gibi ortodoks politikalarla yola devam edileceğini gösteriyor. Yani hem Erdoğan'ın açıklamaları hem de 2024-26 Orta Vadeli Programı açıklandığında farkına vardık ki; Türk tipi ekonomik modeli denilen o 'uyduruk model' tamamen terk edilmiş, ağızlara alınmaz olmuş.
Zaten Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dün açıklanan verileri de bu olumlu gidişata işaret ediyor ekonomik güven konusunda. Çünkü TÜİK'in verilerine göre Şubat ayında 99 olarak kaydedilen ekonomik güven, mart ayında 100 değerini aldı.
Endeksin yükselmesinde hizmet sektörü güven endeksinin yüzde 1,5 oranında artarak 120,4 değerini alması rol oynadı.
Bilmeyenler için hatırlatayım ekonomik güven endeksinin 100'den büyük olması genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliği, 100'den küçük olması ise genel ekonomik duruma ilişkin kötümserliği gösteriyor.
Ekonomide güven 'olumlu' yönde ilerliyor ilerlemesine de yabancı yatırımcılar da hala tık yok. Nasıl bir güvensizlik içerisine düştülerse, bir türlü gelmiyorlar.
Neden?
Çünkü cari açık çok fazla, çünkü güçlü bir işgücü piyasasından uzağız, işsizlik sürekli artıyor, çünkü mali dengede sıkıntı var, çünkü bütçe açığı çok fazla, en önemlisi de çünkü enflasyon çok yüksek.
O yüzden şu anda Türkiye’nin en temel meselesi halen yüzde 67 dolayında seyreden enflasyonun tekrar “makul” seviyelere indirilmesidir.
Bizim bu enflasyonu yılsonu resmî tahmini olan yüzde 36’ya mutlaka indirmemiz gerekiyor.
Bunun yolu da halkı enflasyonun yılsonunda yüzde 36’ya ve 2026 yılında ise tek haneye ineceğine ikna etmektir.
Oysa şubat ayı enflasyonu bekleyişlerdeki bozulma halinin sürdüğünü gösteriyor. Yani halk ve iş dünyası açıklanan hedeflere henüz inanmıyor. Yani 'gü-ven-mi-yor'!
Onun için önce halkı ikna etme konusunda daha fazla çaba harcamak gerekiyor. Halka artık çıkıp kesin olarak şunu söylememiz gerek:
"Kötü günler geride kaldı!"
Bunu diyemiyorsak o güveni kolay kolay oturtamayız ve o zaman da birileri çıkıp şunu söyler:
"Evet, geride kaldı, bizi daha kötü günler bekliyor!"