Doğrudan 7 milyon, dolaylı olarak da tüm ücretli çalışanların merakla beklediği asgari ücret nihayet belli oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan'ın açıklamasına göre 2024 için net asgari ücret yüzde 49 artışla 17 bin 2 TL oldu. İşveren desteği ise 700 TL.
İşçiler karara tepkili, Türk-İş 'muhalefet şerhi' koydu. Başkan Ergün Atalay kendi taleplerinin 18 bin TL ve yılda iki kez güncelleme yapılması olduğunu söyledi.
Atalay neden 'yılda iki kez' vurgusu yaptı. Çünkü hükümet, 'yılda bir kez' asgari ücret belirleneceğini açıkladı.
Yüksek enflasyon durmadığı sürece, bu kararın reel hayatta geçerliliği olacağını hiç sanmam. Böyle bir ısrar, bir yıl boyunca emekçileri açlığa ve yoksulluğa mahkum etmek anlamına gelir.
Kimi çevrelerde 17 bin 2 TL olarak açıklanan asgari ücretle ilgili olumlu bir hava var. Bense mevcut enflasyonu ve alım gücünü hesaba kattığımda, iyi bir rakam olduğunu düşünmüyorum. Açıklanan 17 bin 2TL’lik tutar büyükşehirlerde, örneğin İstanbul'da ortalama ev kirası düzeyinde bir rakam.
Türk-İş'in kasım ayı açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını hatırlayın; açlık sınırı 14 bin 25 TL'ye, yoksulluk sınırı 45 bin 686 TL’ye yükselmişti. Bu araştırmaya göre bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti' de aylık 18 bin 239 TL'ye yükselmiş durumda.
Görüldüğü gibi bugün açıklanan asgari ücreti esas aldığımızda, eğer ailede üç asgari ücret çalışan yoksa, o hane 'yoksul' anlamına geliyor.
Bu arada asgari ücretin açıklandığı dakikalarda Türkiye, yeni bir yargı krizine de koşar adımlarla gidiyordu.
Ekonomide çok belirgin bir kural vardır; ekonominin iyi olması için hukuk sisteminizin ve demokrasinizin iyi seviyede olması beklenir.
Biz de öyle mi? Bakın asgari ücretin açıklandığı gün bu ülkede Anayasa Mahkemesi'nin TİP Milletvekili seçilen Can Atalay hakkında ikinci kez aldığı 'hak ihlali' kararı da yerel mahkeme tarafından Yargıtay Ceza Dairesi'ne gönderildi. Yani Türkiye'nin en yüksek mahkemeleri arasındaki 'kriz' daha da derinleşti.
Türkiye’nin gerek enflasyonu yenmesi, gerekse de kalıcı bir büyüme patikasında yoluna devam edebilmesi için sadece doğru para ve maliye politikalarına değil, objektif, adil, şeffaf ve sarih bir hukuk sistemine ihtiyacı var.
Özellikle dış dengemizi düzeltmek için kaliteli sermaye çekmeye çalıştığımız bu dönemde, bu konuda yapılacak düzeltmeler çok önemlidir. Aksi takdirde, değil yabancı sermaye, yerli sermayenin de yeterli miktarda doğru ve uzun vadeli yatırımlara yönelmeyeceğini sokaktaki vatandaş bile bilir.
Meseleye Can Atalay'ın siyasi kimliği, dünya görüşü açısından bakmamanızı öneririm. Çünkü bu durumda olan farklı bir siyasi görüşe sahip bir kişi de olabilirdi. Mesele Türkiye'nin hukuk sisteminin düştüğü durumdur.
Ben aslında en çok da hukuk okuyan öğrencilere ve hukuk okutmaya çalışan hocalara üzülüyorum. Mesela Anayasa Hukuku hocası, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını nasıl anlatıyordur acaba?
Kuralı anlatıp "Ama burası Türkiye, burada biz kendi kurallarımıza bile uymayız" mı diyordur.
Türkiye'nin başına bela olan her krizin nedeni de, "Burası Türkiye" diye başlayan cümlelerde saklı değil mi?