Önce hatırlatalım;
Ekonomik büyüme demek; bir ekonomide GSYH’nın bir yıldan diğerine reel olarak artmasıdır.
Anlamadınız mı?
Daha da sadeleştireyim o zaman; refahınızın artmasıdır yani. Şöyle bir çevremize baktığımızda, insanlar daha iyi arabalara biniyor, daha iyi konutlar talep ediyor, daha fazla sayıda insan beyaz eşya kullanıyorsa, refahınız artmış yani ekonomik olarak büyümüşsünüz demektir. Yani refah artışı gözle görülebiliyorsa, ekonomik büyüme de sağlanmıştır.
Enflasyon ise; bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artış göstermesidir.
Yine sadeleştirelim; cebinizdeki paranın pul olmasıdır yani. Bir yıl önce 200 lira ödediğiniz market alışverişine bir yıl sonra 600 TL ödemenizdir. Daha da ötesi satın alma gücünüzü ciddi şekilde kaybetmiş olmanız demektir. Gelir dağılımının bozulması, hayat pahalılığının en çok ücretli kesime fatura edilmesi demektir.
Türkiye mi?
Türkiye yıllardır ekonomik büyüme mi yoksa enflasyonla mücadele mi ikilemiyle karşı karşıya kalmış bir ülkedir.
Bu ikilemde en çok tercih edilen ise büyüme olmuştur. Büyümenin, enflasyonla mücadeleye tercih edilmesi yaklaşımı, Türk siyasetinin uzun yıllardır ekonomide uyguladığı temel yaklaşımdır.
Ekonomi büyüyorsa yani refahınız artıyorsa, iktidar partisinin başka alanlarda yaptığı yanlışlar ve hataların görmezden gelineceğine inanılır. Ki bu, geçmiş seçimlerdeki sonuçlarla büyük ölçüde doğrulanmıştır.
Ne var ki enflasyonun bu kadar yükseldiği ve yükselmeye devam ettiği, hayat pahalılığının öne çıktığı bir ortamda, büyümenin bir kez daha yanlışları ve hataları sileceği yaklaşımı geçerli olmayabilir.
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından bu yana 88 yıllık süre boyunca Türkiye ekonomisi yıllık ortalama yüzde 5 oranında büyüme gerçekleştirdi.
Enflasyon ile mücadelede ise karnemiz kırıklarla doludur. Bildiğim kadarıyla Türkiye 2022 sonu itibarıyla enflasyonu en yüksek 7’nci ülkeydi.
Yani Türkiye, enflasyon sorununu son kırk yıldır çözemedi. Çözüme yaklaştığı dönemler oldu ama bu girişimler sürdürülebilir olmadı.
Türkiye büyüme modelini ise, tüketimi körüklemek ve bu yolla talep yaratarak üretimi artırmak yaklaşımı üzerine kurmuştur. Bu yaklaşım enflasyonu düşürmeyi değil, tam tersine yüksek tutmayı hedefler. Onun için de faizi enflasyonun altında belirlemeye yönelir.
Faizin enflasyonun altında oluşması demek ise tasarruf sahibini değil, borçlanarak harcama yapmayı tercih edeni kollamak demektir.
Çünkü enflasyon yüksek, faiz düşük kaldıkça insanlar ellerinde para tutmanın, tasarruf yapmanın anlamsız olduğunu, kendilerine kaybettirdiğini görür ve tüketimlerini artırırlar.
Artan tüketim, bir yandan enflasyonu yükseltirken bir yandan da üretimi artırır ve ekonomi büyür. Büyüyen ekonomide ise işsizlik artmaz, sorunlar halının altına süpürülür. Bu son derecede akıllıcaymış gibi görünen modelin bir tek sorunu vardır: Sürdürülebilir değildir!
Şimdi asıl meseleye gelelim; seçimlerden sonra Merkez Bankası'nın başına gelen Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Hafize Gaye Erkan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı sunumda, "Büyümeden ödün vermeden de dezenflasyon sağlanabilir" dedi. Yani yaklaşık 2 yıldır 'faiz sebep, enflasyon sonuç' denilerek enflasyonu ve kuru patlatan ekonomi modelinden vazgeçildikten sonra, yeni ekonomi yönetimi 'çok yeni' bir şey daha söylemiş oldu. Erkan'ın bu sözleri 'enflasyonla büyüme' modelinden vazgeçildiğinin işareti olarak da değerlendirilebilir.
Bu sözleri söylemek güzel ama uygulamak zordur. Hele de yapısal reformların ağızlara alınmadığı ve ciddi güven bunalımının olduğu ülkelerde.
Hiç 'OVP'de yapısal reformlar belli" demeyin. O reformların hiçbirisinin 'yapısal' reform demek olmadığını zaten hepimiz biliyoruz.
Çünkü bu ülkede yapısal reform denince; sadece ve sadece 'hukukun üstünlüğü', 'yargı bağımsızlığı' ve demokratik ilerleme anlaşılır. O yüzden de Türkiye'de 'hukukun üstünlüğü' gelmediği taktirde hiçbir simülasyon anlamlı olmaz.
Hukukun üstünlüğü de nasıl sağlanır derseniz; her sıkıştığınızda 'bu anayasayı tanımıyorum' demeyerek, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kavga dövüş etmeyerek, her hoşa gitmeyen hukuk kararında 'kapatın burayı' demeyerek ve en önemlisi de AİHM kararlarını uygulayarak...
O yüzden Türkiye'de yapısal reformların ilk adımı, hukukun üstünlüğü olmalıdır. Ondan sonra bakın bakalım enflasyonla mücadeleyi daha kolay yapmak şöyle dursun, ekonomideki büyüme alıp başını gitmiyor mu?