Yaşadığımız çağda, din ve mezhep savaşları denildiğinde parmaklar hep Ortadoğu haritasının üzerine gider.
Bu çağda evet durum böyledir ama bir 500 yıl öncesinde hiç de öyle değildi. Tam da Avrupa'nın göbeğinde din ve mezhep savaşları yüzünden oluk oluk kan dökülüyordu.
16. yüzyıl sonlarında başlayan ve 17. yüzyılı da içine alan o dönemde Avrupa, Hristiyanlığın mezhep kavgaları yüzünden kan deryası içerisindeydi.
Avrupa’da 13 devletin karşı karşıya geldiği ve 30 yıl süren bu savaşlar, Katolik ve Protestan savaşıydı ama siyasi ve politik güçlerin çıkar çatışmasıyla birlikte daha da şiddetli bir hal aldı.
Din uğruna yapılan bu mezhep savaşları yüzünden ne mi oldu?
Savaş sebebiyle Almanlar nüfuslarının yüzde 60’ını kaybetti ve 200 yıl boyunca toparlanamadılar.
Savaşla beraber gelen kıtlık ve salgın hastalıklarda milyonlarca insan öldü.
Savaşan devletlerin kiraladığı paralı askerlerin yaptığı yağmalama ve tecavüzler, yüzyılın en utanç verici olayları olarak tarihe geçti.
Sonrasında ise Avrupa, din ve mezhep kavgalarından ders almayı başardı.
Önce devletlerarası sistemin kuruluşunun başlangıcı olan Vestfalya Antlaşması'nı imzalayarak, siyasi çıkarlarının dini karakterlerinin önünde olduğu konusunda anlaştılar, ardından da aralarındaki yüzlerce yıllık husumetleri unutup, Avrupa Birliği'ni kurmayı bile başardılar.
Bizde mi?
Adıyaman'da önceki gün, bir vatandaşın, mezarlık ziyareti sırasında Millet İttifakı'nın 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na, "Bu Fatiha okumayı bilmiyor ki sen buna neden Fatiha okutturuyorsun?" sözlerini duyunca, Kılıçdaroğlu ne hissettim bilemem ama kulaklarıma kadar kızardığımı hissettim.
Öyle öfkeden falan değil ha utançtan!
Neden mi?
Kendisini Fatiha'yı bildiği için 'üstün' yerine koyan bu yurttaşımız, bilinçaltındaki 'mezhep' düşmanlığıyla Kılıçdaroğlu'nu aşağılıyordu da ondan.
Din adına, siyaset adına bundan daha aşağılık bir insan hakları ve demokrasi düşmanlığı olmazdı da ondan.
Kılıçdaroğlu Fatiha'yı biliyor mu bilmiyor mu bilemem, kimseye açıklama zorunluluğu da yok bana göre.
Ama şimdi kendisini ötekileştiren ayrımcılığa maruz bırakan adama; 'Herkesin inancı da inançsızlığı da kendine. Tanrının var olduğunu ya da yok olduğunu düşünmek, hatta bütün ayetleri, sureleri ezbere bilmek, kimseyi kimseden üstün ve daha akıllı kılmaz" desen ne olur ki? Ne değişir.
Ama değişmeli. Değiştirmeliyiz.
Değerli okurlarım; farklı din ve mezheplere saygısız dindarlarla, dindarlara saygısız ateistler aynı insan hakları ve demokrasi düşmanlığında buluşurlar.
Sorun din ya da dinsizlikte değildir. Uygar insanlar olarak, saygı ve hoşgörü içinde birlikte yaşamayı becerip beceremediğimizdedir.
Kimsenin inancı hiç ama hiç kimseyi aşağılama, ötekileştirme, öldürme ve ayrımcılık için gerekçe olamaz.
Seninle benim aramdaki temel bağ din, dinsizlik, ırk ya da melezlik, ideoloji ve siyaset yakınlığı ya da zıtlığı değildir.
Seninle benim aramdaki temel bağ, evrendeki Dünya adlı gezegende yaşayan insan türü denilen bir canlı türüne ait olmaktır.
O yüzden ben bir insanın Fatiha'yı bilip bilmemesine değil, evrensel insan haklarına saygılı bir insan mı, ahlaklı mı dürüst mü ona bakarım.