Kadının özgürlük düzeyi, o toplumun uygarlık düzeyinin ölçütüdür.
Özgürleşme, vazgeçilemez insan haklarından biridir.
İnsanın özgürleşmesinin uzun bir geçmişi vardır. Fakat toplumsal cinsiyete dayalı bir ayrımla kadın özgürleşmesi süreci, çok değil iki yüz yıllık çileli bir tarihle sınırlıdır. Kadının özgürlüğünün tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar uzun bir süreçtir.
Türkiye'de ve dünyada kadınların özgürleşmek için verdiği mücadeleler o kadar çoktur ki:
2 Şubat 2018'de İran'ın başkenti Tahran'da, kamusal alanda kadınlara yönelik kıyafet kısıtlamalarını protesto amacıyla başını açan 29 kadından tutun da…
Türkiye'de yasaklara rağmen sahneye çıkan Afife Jale'ye, yaralı yanaklara dokunan Türkan Saylan'a…
Kadın Hakları Bildirgesi’ne önderlik yapan ve “Kadının idam sehpasına çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diyen bunun karşılığında giyotinle idam edilen Olympe de Gouges’a kadar.
Saymakla bitmez bu mücadelenin neferleri. Sahnede, akademide, sokakta ya da evde, cesaretle ve inatla isteklerinin peşine düşen kadınlar, dünya üzerindeki bütün kadınların gücü ve umudu oldular.
Türkiye'de kadınlar Cumhuriyet'le birlikte dünya kadınlarından biraz daha şanslı; Cumhuriyetin ilanıyla başlayan Cumhuriyet Projesi aydınlanma, dönüşüm, çağdaşlaşma, sanayileşme ve hukuk devrimleriyle yoluna devam ederken, Avrupa’nın yüzyıllar süren kadın hakları mücadelesi, Türkiye’de Cumhuriyetle birlikte yaşam alanı bularak gündeme gelmiş ve gerçekleştirilen hukuki düzenlemelerle özellikle kadının yeri yeniden şekillenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, batı toplumlarının 200 yılda gerçekleştirdiği aydınlanma devrimlerini 10 yılda hayata geçiren bir mucizenin de adı olmuştur.
Yobazlık, gericilik, faşizm ve her tip diktatörlük pek çok erkeğin insanlığa karşı bencil çıkarlarına hizmet eder ama bunların hiç biri kadının bencilce de olsa çıkarlarına hizmet etmez. Kadının kişiliğini kazanması, bedeninin, bilincinin ve hayallerinin sahibi olabilmesi, kendisi olması, teokrasi, faşizm ve kapitalizmin geriletilmesine bağlıdır.
İşte bu nedenledir ki; kadın haklarının tek koruyucu çatısı da demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti anlayışıdır.
Öte yandan; 1934 yılında yasal olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkının sağlanması, Türkiye'de kadınların siyasal alandan dışlanmışlığı nedeniyle, geçen yıllar boyunca kadınlar tarafından, somut, kurumsal, gündelik yaşamı dönüştürücü bir hakka dönüştürülemedi.
Cumhuriyet tarihi boyunca arka arkaya gelen dönemlerin hiçbirinde de, ne yazık ki, bu konuda hemen hiç gelişme olmadı ve önemli bir toplumsal dönüşüm fırsatları kaçırıldı.
Bunun nedeni şimdiye kadar devleti yönetmiş olan merkez sol ve sağ partilerin politikacıların kendini modern sayan kibirli erkek egemen bakış açılarıdır.
Oysaki Birleşmiş Milletler’in Kadınların Siyasal Haklarına İlişkin Sözleşmesi’ni Türkiye 1954 yılında imzalamıştı. Ama birçok başka sözleşme gibi, bu sözleşme de sadece Türkiye’nin uygar Batı dünyasının bir üyesi olma arzusunun simgesel bir göstergesi olmaktan öte gerçekliği olamadı.
Bu nedenle bugün Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesinden bahsedilecekse, bunun önemli bir bileşeni de, kadınlara eşit kamusal katılım ve karar hakkının sağlanmasıdır.
Son 10 yılda ise 100 yıl öncesine göre her geçen gün geriye giden bir durumla karşı karşıya Türk kadını. Temel bir kamu politikası olarak toplumsal cinsiyet eşitliği hedefinden vazgeçilmesi ile karşı karşıya olduğumuz bir süreç yaşıyoruz.
Son 20 yılda İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmanın görünür kıldığı kadın hakları karşıtı siyasi eğilim, Kadın Bakanlığı'nın ve buna bağlı olarak cinsiyet eşitliğini sağlama politikasının rafa kaldırılarak, yerine ailenin korunması politikası konulması, kadına şiddet başta olmak üzere birçok sorunun Diyanet'e terk edilmesi, bu hedeften vazgeçildiğini ortaya koyan çok önemli geri adımlardır.
Türkiye'nin kadının özgürleşmesi ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda geldiği durum işte budur. Türkiye’de bir yüzyıldır iyi kötü sürdürülen 'kadın ve erkeklerin haklar, toplumsal fırsatlar ve yararlanılan kamu hizmetleri açısından eşit hale getirilmesi' hedefi temellerinden değiştirilmek isteniyor.
Eğitimde kalite ve düzey yükseldikçe kızların okuldan kopması ise temel bir toplumsal gelişme ve demokrasi sorunu olarak hala masaya konmamış durumda. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında kimse kız çocuklarına “eğitimde kal, ama erkeklerle eşit koşulda değil” diyememeli.
Eğitimle sağlanan bireysel ve toplumsal güç açısından kadınların erkeklere göre geride ve güvencesiz kalmasının erkek tahakkümünün, kadınların erkeklere yaşam ve geçim bağımlılığına neden olduğu unutulmamalı.
Kadınlar eşit eğitim düzeyine ulaşmadan demokrasiye, toplumsal gelişmeye, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmek mümkün mü?
Tekrar edelim; kadının özgürlük düzeyi, o toplumun uygarlık düzeyinin ölçütüdür.