Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın gençlerle buluştu ve dedi ki: "Geçmişte zayıf koalisyon hükümetleri nedeniyle ülkemiz büyük siyasi, ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Başkanlık sistemi bunu tamamen ortadan kaldırdı."
Birden fazla siyasi partinin iktidarda yer aldığı hükümetlere 'koalisyon hükümeti' denir. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti ise, 1961 Türkiye genel seçimleri sonrası İsmet İnönü başkanlığında Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisi arasında kurulmuştu.
Evet doğrudur, Türkiye'de milletvekilliklerinin partilerin oy oranıyla çakışacak biçimde paylaşılmasını sağlayan 'milli bakiye' ilkesine dayalı bir nispi temsil sisteminin kabulünden sonra, 1965'e değin kurulan koalisyon hükümetleri, güçlü ve istikrarlı bir hükümet oluşabilmesini zorlaştırdı.
Türkiye'de d'Hondt sisteminin getirilmesinden sonra 1965-71 arasında tek parti çoğunluğuna dayalı hükümetler kurulabildi.
Özellikle 1991-1999 yılları arasındaki 28 Şubat süreci olarak bilinen ‘ara rejimin’ de dahil olduğu dönemde Türkiye 8.5 yılda 8 farklı koalisyon veya azınlık hükümeti tarafından yönetildi.
1999 genel seçimlerinden sonra Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi tarafından kurulan 57. Hükümet, Türkiye tarihinin en geniş tabanlı koalisyon hükümetlerinden biri olmasına karşın hükümete üye partiler arasındaki anlaşmazlıklar, karar verme sürecini yavaşlattı.
Bütün bu koalisyon denemelerinin sonucunda; 2002 genel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidara geldi.
Gelelim ekonomik krizlere;
Türkiye'nin ilk ekonomik krizi, 2. Dünya Savaşı'nın etkisiyle 1946 yılında yaşandı. İlk devalüasyon da bu tarihte yapıldı.
Türkiye, en derin ekonomik krizini ise 1994 yılında yaşadı. 1994 öncesinde kamu kesimi faiz dışı harcamaları, kamu gelirlerinden daha fazla açık verince, kamu borçları Merkez Bankası ile finanse edildi. Bunun sonucunda da Türkiye ilk defa hiper enflasyonu yaşadı. Yapılan kısmi iyileşmeler neticesinde Türkiye krizden çıkabilmişti.
2001 krizi ise, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birisiydi. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz, bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik krize dönüştü.
ANASOL-D Hükümeti'nin de sonunu getiren bu krizden Türkiye, Kemal Derviş'in Mayıs 2001'de açıkladığı ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ IMF ile imzalanmış stand-by düzenlemesi ve Dünya Bankası kredileriyle çıkabildi. 2002 yılında tek başına iktidara gelen AK Parti de Kemal Derviş'in programını harfiyen uyguladı.
Ve 24 Haziran 2018. Türkiye Başkanlık Sistemi'ne geçti; 'Üretim artacak, Türkiye yatırım cenneti olacak, işsizlik azalacak, milli gelir yükselecek, Türkiye ekonomisi Dünya'nın ilk 10 ekonomisi içerisinde girecek' diye beklenirken döviz ve borç krizi, sosyal ve ekonomik olarak en çok döviz kurları ve Merkez Bankasının döviz rezervleri üzerinde hissedildi.
Merkez Bankası'nın verilerine göre, 1 Ocak 2018 tarihinde 3.78 seviyesinde bulunan dolar kuru, 20 Nisan 2020 tarihi itibarıyla 6.95 seviyesine yükseldi.
Merkez Bankası'nın piyasalar tarafından önemle takip edilen döviz rezervleri de 2018 sonrası önemli düzeyde düştü. 2018 yılı ocak ayında Merkez Bankası’nın net döviz rezervi 77.9 milyar dolar iken, 2020 yılı ocak ayı itibarıyla 33.9 milyar dolara geriledi.
Başkanlık sistemine geçilmeden önceki son yıl olan 2017 yılında enflasyon yüzde 11,9 idi.2022 yılı nisan ayı enflasyonu yüzde 70'e çıktı.
Başkanlık sistemine geçilmeden önce, 2017 yılında Türkiye’de kişi başına gelir; 10.537 dolar ile dünya kişi başına geliriyle (10.724 dolar) aşağı yukarı aynı düzeydeydi. 2021 sonunda dünyada kişi başına gelir 12.228 dolara yükselirken, Türkiye’nin kişi başına geliri 9.528 dolara geriledi.
Evet, Türkiye parlamenter sistem döneminde askeri müdahalelerle demokraside, ekonomide sıkıntılı süreçler yaşadı doğrudur ama 2022 itibariyle ise, borç ve swap işlemleriyle elde ettiği kaynaklarla günü kurtarmaya çabalayan bir ekonomi politikası ve bütün kötülüklerin anası görülen 'faizi düşürme' takıntısı yüzünden hayat pahalılığı, her geçen gün derinleşen yoksulluk, işsizlik ve yüksek enflasyon ile boğuşur halde.
Parlamenter sistemi terk etmiş ve büyük umutlarla Başkanlık Sistemi'ne geçmiş Türkiye'de gelinen son durum ise; ekonomide 'askıda ekmek', siyasette 'demokratik irtifa' kaybı, kamuda 'liyakat/sizlik', yargı kararlarında 'adalet' çağrıları...
Bütün suçlu 'koalisyonlar' mı demiştiniz!