Pazar yerlerinde dolaşmayı severim.
Esnafın türlü türlü manileri ‘Gel vatandaş, gel’ çığırışları hoşuma gider.
Her hafta olmasa da iki haftada bir hobi haline gelmiştir semt pazarını gezip tozmak, alış-veriş yapmak.
Fakat nedense hiç zabıta görmem.
Gördüklerimde işgaliye harcı toplar ve görünmez olur.
Oysa belediyelerin bir pazar yeri yönetmeliği var.
Ve bu yönetmeliğin amacı…
Semt ve üretici pazarlarını modern bir yapıya kavuşturmak, bu yerlerde sebze ve meyveler ile belediyece müsaade edilen diğer gıda ve ihtiyaç maddelerinin ticaretinin kaliteli, standartlara ve gıda güvenilirliğine uygun olarak serbest rekabet şartları içinde yapılmasını temin etmek, tüketicilerin hak ve menfaatlerini korumak ve üreticiler ile pazarcıların faaliyetlerini düzenlemektir.
Daha ilk maddede fiyaskoyuz.
Ne öyle modern bir pazar yeri var, ne de tüketicinin hak ve menfaatini koruyan bir yapı…
Kalite, hijyeni ise yerlerde sürünüyor.
Balık tezgahına bakıyorsunuz, avlanması yasak olan işaret parmağınız kadar mezgitler…
Buzu çözülmüş balıklar…
Öte yandan dininden imanından ödün vermeyen köylüm!
Tereyağının içerisine ya patates, ya da margarin boca yapıyor araştıran denetleyen yok.
Çocuklarımıza içireceğimiz sütün, yedireceğimiz peynirin ne olduğu ise belli değil.
Köy yumurtası diye kakalanan çiftlik üretimleri…
Akıbeti belli olmayan köy tavukları…
‘Saldım çayıra, mevlam kayıra’ misali yani.
Eskilerde bir söz vardır yine;
Kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya kaçar, ya zurnacıya derler.
Burada da öyle…
Herkes kendi başına kalmış.
Bir sor, bir dinle hepsi dinden, imandan söz eder.
Haramdan, sevaptan ahkam keser.
Ama iş ticarete...
Ama iş kazanca gelince kimsede Allah korkusu kalmaz.
Kalır diyene sorarım o zaman;
Parmak kadar balığı,
Patates katılmış tereyağını,
Su katılmış sütü satan kim?
Onun için gelin siz siz olun, kızı başıboş bırakmayın!