KOŞTUR koştur giden bir hayat…
Bir hırs…
Bir doymazlık…
Her şeye sahip olma arzusu…
İnsanları dışlama…
Egemen ve güçlü olma fobisi…
Sevgiden, dostluktan, anlayış ve izandan uzaklaşma…
Her güne daha çok kazanma arzusu ile başlama…
İktidar olma, hükmetme egolarına teslimiyet…
Duygulardan arınmış bir kişilik zafiyeti…
Ortak yaşam kurallarına sırt dönüş…
Ve tek kişilik bir yaşam anlayışına davetiye çıkartmak adeta.
Ne için?
Sayılı günlere sıkıştırılmış bir yaşam sürecinde kendi hükümranlığını kurmak ve korumak için.
Oysa, “O şekilde yaşamalısın ki öldüğün zaman, tabutçu bile matem tutsun” tutsun diyor, Mark Twain.
Kendin için yaşamayacaksın, işin özü.
Dalın, budağın olacak bu dünyada…
Seni seven, yaptıklarınla, kazandırdıklarınla övünen yoldaşların olacak.
Yok olduğunda, yokluğuna özlem duyacak dostlukların kalmış olacak.
Hayat insana bağışlanmış değil ödünç verilmiş bir süreçtir.
Bu süreci ve emaneti iyi değerlendireceksin.
Çünkü bileceksin ki sonsuzluğun olmadığı bu dünyada seni ebediyete taşıyacak ve nesillerce yaşatacak olan budur.
Hayatın zafer ve felaketle tanışmak ve bu iki sahtekara eşit davranmak olduğunu bilecek ve öğreteceksiniz.
Yaşamı anlamı ve değerli kılacak olan bu kabullere saygı göstermektir.
O nedenle, önce kendinize ve yaşamı paylaştığınız kişilere saygı göstermekle başlayın.
Kırıp, dökmeyin.
Küstürüp, uzaklaştırmayın.
Sevgiden, sevmekten vazgeçmeyin.
Bir salyangoz kadar iziniz olsun bu dünyada ve o iz sevgi ile dolu olsun.
Unutmayın, bugün var yarın yoksunuz kadar kısa hayat.
Bir sonsuzluk anlaşmasına da sahip değiliz.
Günü geldiğinde kaderimize teslim olacağız hepimiz.
“Yaşam size verilmiş boş bir film. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın” diyen Ara Güler’in bu sözünü o nedenle önemsiyorum.
Film bittiğinde hatırlanan olmaya bakın hepiniz.