GENÇ bir mühendis olarak dönmüştüm Samsun’a…
Doğup büyüdüğüm kentte olmak huzur ve güven vermişti bana…
Deli yıllar o zaman…
Eh, yakışıklı da sayılırım hayatın içi dolu dolu geçiyordu.
Beş tane müzikli mekan var o zaman…
Müdavimlerinden biriydim.
Eğitim fakültesinin güzel kızlarının çoğu da o mekânlarda.
Kaçıyla yakınlaştım hatırlamıyorum.
Hafızama sığmayacak kadar çoktu herhalde.
Rahmetli babamın katkılarıyla bir büro açıp, projeciliğe başlamıştım.
Ufak tefek para kazanıyordum, en azından istediğim hayatı yaşayacak kadarını…
Sonrası;
Nerede akşam orada sabah…
Kim, kimin kızı bilirdik o dönemlerde…
Ama illa da zengin kızı olsun diye bir çabamız olmadı.
Doktor kızı da vardı, öğretmen kızı da…
Aklınıza hangi meslek gelirse o, anlayacağınız…
Ama içlerinden biri vardık ki şimdilerde öyle bir tercih yapmadığım için pişmanın açıkçası…
Niye olduğunu bundan sonraki cümleler açığa çıkaracaktır.
Yaşadığımız günlere geldiğimizde, her sabah birbirimize günaydın dediğimiz arkadaşlarımızdan önce bizi karşılayan başka bir şey var;
Zam!
Etiketini üstüne yapıştırmadığı hiçbir şey yok.
Ete, süte, yumurtaya, gazeteye, ekmeğe…
‘Ama seni en çok hangisi etkiliyor’ derseniz?
‘Motorine yapılan zam’ diyorum.
Her sabah yeni bir zam haberiyle uyandığımda bir gün önce depoyu doldurmadığım için pişman oluyorum.
Bir başka pişmanlığım ise;
Gençlik yıllarımda tanıştığım ve babası bir akaryakıt şirketinin sahibi olan kızla izdivacı düşünmemiş olmam.
Düşünsenize onunla evlenmiş olsaydım, akaryakıt istasyonuna giderken ayaklarım geri geri gitmezdi.
Ama ne yazık ki son pişmanlık fayda etmiyor!
Nusret bey, maşallah , gençliğinizde Don Juan la çapkınlık konusunda yarışmış olmalısın. Flört ettiğin “ Eğitim Enstitüsü ( o zamanlar üniversite kurulmamıştı!) nün güzel kızlarının sayısını hatırlayamadığına göre