Türkiye 2023 seçimlerine adım adım ilerlerken, bir yandan ekonomik olarak her geçen gün dibe batan bir tablo, hayat pahalılığı, enflasyon diğer taraftan her geçen gün düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik yasaklar ve baskılarla, sıcak bir politik sürece doğru hızla evriliyor.
Yarın mayıs ayı enflasyon rakamları belli olacak. Nisan ayında yüzde 70'i bulan enflasyonun üç haneli rakamlara doğru hızla ilerlediğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Bakın daha dün İstanbul Ticaret Odası (İTO), Türkiye enflasyonu için öncü gösterge olarak nitelendirilen mayıs ayı fiyat endekslerini yayımladı. Buna göre, İstanbul'da perakende fiyatları, mayıs ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 87,35 arttı.
İTO verilerine göre bu artış 1998'den bu yana görülen en yüksek artış.
Enflasyon tırmanışını sürdürürken, dün elektriğe konutlarda yüzde 15, sanayide yüzde 25, doğalgaza ise yüzde 30'luk zamlar, sıcak yaz aylarında hissedilmese de kış gelip çattığında, evlerdeki yangını daha da büyütecek cinsten.
Ekonomideki bu kötü gidişat yetmiyormuş gibi, Türkiye düşünce ve ifade özgürlüğü açısından da hareketli günler yaşıyor. Muhalefete mensup siyasilere açılan davaların yanında, oldukça dikkat çekici bir yasal düzenleme TBMM gündemine getirilmek üzere.
Kamuoyunda 'dezenformasyon yasası' olarak bilinen bu düzenlemeye göre 'Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu' adı altında yeni bir suç düzenlemesi yapıldı.
Buna göre halk arasında 'endişe, korku veya panik yaratmak' amacıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Kişiden kişiye, dönemden döneme değişmesi mümkün olan bu duygu durumlarının ölçülmesi, son derece sübjektif değerlendirmelere bağlıdır. Kamu barışının bozulmasına elverişlilik ölçütü de, son derece 'göreceli' bir kavram.
Böyle bir düzenleme başta gazeteciler olmak üzere tüm halkın cezai tehdit altında bırakılmasına yol açacaktır.
Elbette günümüz bilgi ve dijital hız çağında dezenformasyon sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın karşı karşıya olduğu ve çözüm aradığı bir sorun.
Vatandaşları dezenformasyon sağanağından korumak, kamusal ve toplumsal barışı sağlamak adına öncelikle sosyal medya ve internet ortamında devasa büyüklüklere ulaşan ticari kazançların gözetilmesi yerine, bireylere güven veren bir kamu yönetimi ve hukuk sisteminin hayata geçirilmesi en demokratik yöntem olacaktır.
Yasa teklifinde tanımı yapılan ifade özgürlüğü, demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. İfade özgürlüğü evrensel normlara göre aynı zamanda herkese yanlış bilgi ya da habere inanma ve bunları ifade etme hakkı da vermektedir.
Yasa teklifiyle suç kapsamına alınan dezenformasyon ile ilgili kamu barışının esas alınması; ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığı gibi hassas başlıklar üzerinden gerekçelendirilmesi, ilk bakışta hiç kimsenin itiraz etmeyeceği bir çıkış noktasıdır. Ancak böylesine hassas konu başlıklarında sınırların net bir şekilde ortaya konmaması, ucu açık, sübjektif değerlendirmelere uygun bir ortam oluşturacaktır.
Yasa teklifinin bu haliyle yasalaşması halinde; referans alınan AB’de bile hukuki altyapısı henüz tamamlanamamış bir alanda, internet ve sosyal medyanın bir kontrol ve ceza platformu haline dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu durumda da Türkiye dezenformasyonla mücadele adı altında, kaş yapalım derken göz çıkarma ve kamu barışını bozma riskiyle karşı karşıya kalabilecektir.
Dezenformasyonla mücadele; siyasi güç ve mevzi kazanmak gibi bir amaca hizmet etmemeli, toplumsal kutuplaşmayı daha da ileriye götürecek bir argüman olarak kullanılmamalı, Türkiye’de demokrasinin ve barış içinde birlikte yaşamanın bir adımı olarak görülmelidir.
Dolayısıyla gerçek ile yalanın, doğru ile yanlışın, bilinebilir ve görünebilir olması için kamu barışını sağlamak adına belki de öncelikle belli siyasi ve güç odakları tarafından komuta edilen troll ordularını lağvedip, savaş baltalarını gömmek bugünü ve geleceği kurtarmak adına en doğru yol olacak.