Türk burjuva devrimine karşı tavır almak, genel anlamda bir gericilik belirtisi olduğu gibi, bu devrimin ulusal kurtuluşçu bir anti-emperyalist halk savaşı ile birleştiği de göz önünde tutulursa, bu karşı konumlanış, yalnızca gericilik olarak kalmaz, halka karşı da bir konumlanış olur. Halk ise ne kadar kendisine karşı konumlananları, oylarıyla iktidara getirip kendisine hizmet için kullansa da bir yerden sonra başından atar.
Türk burjuva devriminin, kendinden önceki Osmanlı rejimiyle karşılaştırılması, onun devrimci niteliğini açıkça ortaya koymaktadır. Üretim tarzı, yönetim biçimi, genel eğitim hakkı, yargı, yürütme, yasama, laiklik vs. bir yana salt birey ve insan hakları açısından bile baksak gerçek açıkça ortadadır; Bu anlamıyla, Türk burjuva devriminin ve lideri Atatürk'ün, kendinden önceki rejime göre savunma gerektirmeyecek kadar açıkça ilerici olduğu görülmektedir.
O zaman sorun nerede? Bu ayrışma, bu kutuplaşma neden? Sorun bizde, bugünün aktörlerindedir. Genel olarak "Siyasal İslamcılar" ve "Kürt milliyetçileri" ve "sosyalistlerin önemli bir kesimi", farklı gerekçelerle de olsa Türk burjuva devrimine karşı konumlanmakta ortak düzlemde durmaktadırlar. Böyle bir tabloda "Kürt milliyetçileri"nin karşı duruşu belki bir miktar anlaşılabilir ama 'İslamiyet' açısından karşı konumlanış anlaşılır bir durum değildir.
Neden mi?
Cumhuriyetin kuruluşu yani Türk burjuva devrimi ile İslamiyet açısından bir düşünsel devrim yaşanmış, birey ve insan hakları ile inançların buluşması sağlanmış, bu anlamıyla İslam dininin Arap Yarımadası'ndaki algısı yerine ahlaki ve akli temelli Türk algısı konmuş ve dine saygınlığı iade edilmiştir de ondan.
Sosyalistlerin karşıtlığına gelince; Kürt ve dinci kesimlerin bakış açıları ile eklemlenerek çarpıklaşmış ve tarihsel materyalizm düzleminden çıkmıştır.
Türk burjuva devrim ve ulusal kurtuluşçuluk mirasına sahip çıkan "Kemalistler" ise, dünde kalmış, bu günkü sorunlara çözüm üretmekten nostaljik doktrinerlikleri nedeni ile uzaklaşmışlardır. Bilinen tarihi argümanları sürekli yinelemekten ve genel bir savunma pozisyonunun onlara kaybettirdiği sığlaşmayı farketmeksizin statükoculaşmış ve gericileşmişlerdir. Örneğin; Kürt sorunu ve Alevi sorununda hiçbir çözüm önermemektedirler. "Yurtta sulh cihanda sulh " demektedirler ama iş "yurtta sulh" kısmına gelince moralleri bozulmaktadırlar. Laiklik için can atmaktadırlar ama Alevilerin asimile edilmesine ve inanç özgürlüğüne dincilerle birlikte sessiz kalmaktadırlar, hatta dincilerden bile daha çok sessiz kalmaktadırlar.
Gelelim bugüne; Bugünün sorunlarına çözüm bulurken Türk burjuva devrim ve ulusal kurtuluşçu halk savaşı tarihini toptan mahkum eden bir dinci hareket, o savaşı veren ve o devrimi yapanların torunlarıyla muhatap olduğunu unutmamalıdır. Ama unutulmamalıdır ki bu halk kendi tarihine hakaret edenleri kullanır ve zamanı gelince çöpe atar. O yüzden halkın değerleri ile karşı karşıya gelmek ve halkın tahammülünü sınamak yerine halkı yanına almalı ve endişeleri gidermeye gayret etmelidir. Sorun, kendi doğasına uygun bir çözüme ulaştırılmalıdır.
Kemalistler ise, tarihi açıdan doğru olsa da güncel siyaset açısından çözüm üretici olamadıkça bu analitik yeti yitimi ve sığlaşmada ısrar ettikçe, Kemalizme de ülkeye de faydalı olamayacaklarını anlamalıdırlar.
Yaşam devinerek akıyor. Dünya sürekli yeni sorunlar üretiyor. Kemalistler, tarihi "23-47" arasında, dinciler de tarihi "asr-ı sadet" döneminde donmuş sanmamalıdırlar.
Dünkü halkın kutlamalarına bir bakın;
Cumhuriyet'in 100. yılında Türk milletinin tam bağımsızlıktan ve Atatürk'ün çizdiği diğer hedeflerinden vazgeçmediğini görürsünüz. Üstelik çok büyük bir coşkuyla. Bu tablo Atatürk ve beraberindekilerin Türkiye'ye uygun gördüğü rejim değişikliğinin yani Türk burjuva devriminin apaçık bir zaferidir!
Ve bu tablo demokrasi, özgürlük, eşitlik, hukuk, adalet, kalkınma, refah isteyen her kesim için büyük bir şanstır. İkinci yüzyıla girerken içimizdeki devrim-karşı devrim tartışmalarını bitirmiş olarak ve Cumhuriyetimizi, ilanından hemen sonraki 10 yılda olduğu gibi yeniden devrimci cumhuriyet kimliğine kavuşturabilirsek, emin olun hiçbir emperyalist güç, Türkiye'nin önünde duramaz. Türkiye'nin yaydığı ışık da emin olun tüm Ortadoğu'yu da aydınlatır!