2017 yılında parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtiğimiz o kritik referandumda, en önemli düzenlemelerin başında geliyordu, cumhurbaşkanı seçilebilmek için 50+1 oy oranını geçen adayın cumhurbaşkanı seçilmesi.
İlk turda yüzde 50+1 oy oranını geçen aday olmaması durumunda ise ikinci turun 15 gün sonra yapılması öngörülmüştü.
Şimdiye kadar iki kez yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 50+1 barajı Türkiye'ye iki ittifak arasında böldü. AK ve MHP'nin gövdesini oluşturan Cumhur İttifakı ve CHP ile İYİ Parti'nin gövdesini oluşturduğu ve irili ufaklı sağ partilerin de içinde bulunduğu Millet İttifakı.
Yani 50+1 barajı, politikaları birbirleriyle uyuşmayan hatta asla bir araya gelemezler denilen partilerin bile ittifak yapmalarını zorunlu kıldı.
Eski bir bakanın açıklamaları ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 50+1'in değişmesi için meclisi işaret etmesi ile 50+1 barajı kalkıyor mu tartışmaları da yapılmaya başlandı.
50+1'in yerine gündeme getirilen formül ise, seçimin 40+1 şeklinde düzenlenmesi. Hatta AK Parti'nin bu konuda mini anayasa paketi üzerinde çalıştığı bile söyleniyor.
Bütün bu tartışmalardan benim gördüğüm; öyle anlaşılıyor ki Anayasa değişikliği hazırlanırken büyük bir özgüvenle konulan 50+1 seçim barajı, bugün iktidar için aşılması neredeyse imkansız bir baraja dönüşmüş durumda.
Bu barajdan vazgeçmenin birinci anlamı da seçmen desteğinin kaybedildiğinin en açık itirafı.
Siyaset bilimciler yüzde 50+1 tartışmalarını, sadece Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kazanabilmesi için yeni bir formül arayışı olarak değil, aynı zamanda AK Parti'nin MHP ittifakından kurtulma arayışı olarak da değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Peki, AK Parti neden MHP'den kurtulmak istiyor?
Öncelikle dışarıya karşı tam bir uyum görüntüsü veren, iki parti arasındaki ilişkide, hep geri adım atmak zorunda kalan tarafın AK Parti olduğuna işaret ediliyor.
Örneğin, iç siyasette neredeyse başka hiçbir konuda geri adım atmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, MHP Genel Başkanı’nın yaptığı çıkışlar karşısında çoğu zaman geri adım atarak ittifak ortağı ile her konuda uyum içinde oldukları görüntü verdiğine dikkat çekiyorlar.
Ancak bunun sonucunda, kendi başına seçime girse barajı aşıp aşamayacağı bile şüpheli olan, milliyetçilik dozu aşırı uçlarda seyreden, otoriterliği ideolojisinin bir unsuru olarak gören MHP ile kurduğu bu ilişkinin ister istemez AK Parti’yi de merkezden uzaklaştırdığı yorumları yapılıyor.
Ve en önemlisi de AK Parti'nin MHP’ye mecbur olduğu görüntüsü. Bu durumun Erdoğan’ın ve AK Parti'ye seçmen desteğini azalttığı yoğun olarak konuşuluyor.
İşte bu nedenle kamuoyunda yüzde 50+1 tartışmaları, sadece Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kazanabilmesi için yeni bir formül arayışı olarak değil, aynı zamanda MHP'den kurtulma arayışı olarak değerlendiriliyor.
Bahçeli'nin böyle bir değişikliğe izin vermeyeceğini bir kenara koyarak, yine de 50+1 barajının bir şekilde 40+1'e düşürüldüğünü varsayalım. Böyle bir yöntemin de temsiliyet noktasında kriz yaratacağına kesin gözüyle bakabilirsiniz.
Çünkü böyle bir aritmetikte, seçilen adayın arkasında 'iyi-kötü' bir "çoğunluk" yerine, ''daha küçük'' bir seçmen desteği olacaktır.
6 adayın yarıştığı bir seçim düşünün. Yüzde 20 oy alan seçilebilir ve bu aday da yüzde 80'in istemediği bir aday olabilir.
Böyle bir cumhurbaşkanın kritik konularda alacağı kararlar ise, Türkiye'yi kaostan kaosa sürüklemez mi!
Bu 50+1 meselesi, daha çok su kaldırır!