Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yıldönümünü, Türk milleti büyük bir coşkuyla kutladı.
Son seçimi Millet İttifakı kazanmış olsaydı bile, bana göre bundan daha iyi kutlanamazdı. Çünkü iktidarda kim olduğundan bağımsız, halk kutlaması vardı.
İktidar savaş uçakları, savaş gemileriyle poz verirken, halk sokaklarda 'kınanırız' diye hiçbir komplekse kapılmadan -zaten olması gereken de buydu- müzikle, neşeyle kutladı, cumhuriyetinin kuruluşunun 100. yılını. Böyle bir manzara karşısında Kuvâyi Milliye'nin ilk günkü coşkuyla dimdik ayakta olması, geleceğe olan umudumuzu, inancımızı diri tutuyor.
Bugün ise artık yeni bir yüzyıla giriş yaptık ve dünya savaşlarla yanıp kavruluyor. Ve Türkiye yine bir ateş çemberinin tam ortasında.
Kuzeyde Rusya'nın Ukrayna'yı işgali; güneyde Hamas'ın terörist saldırılarının ardından İsrail'in kadın- çocuk-yaşlı demeden, tüm bir milleti cezalandırma harekâtı. Suriye'de 12 yıldır bitmeyen iç karmaşa, Irak'ta, Lübnan'da, Bosna'da etnik ve dini temeller üzerine kurulu devlet yapılarının çöküşü, İran'ın bitmeyen "Şii" ideolojisi ve bunun için Ortadoğu'da yayılma çabası.
Bütün bunlar olurken bir tarafta ABD, AB, İsrail, Suudiler, diğer tarafta Rusya, İran, Suriye, Çin.
Türkiye mi? İki tarafla da ilişki halinde. Elbette 15 Temmuz sonrasını söylüyorum. Stratejik derinlik politikasının ve yeni Osmanlıcılığın, Suriye'de başımıza ne belalar getirdiğini yaşayarak öğrendik. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi ile BOP'la (Büyük Ortadoğu Projesi) ABD'nin Türkiye'ye kurduğu tuzaklar görülünce, uluslararası meşruiyet ve çok yönlü diplomasiyi ihmal etmeden ABD ve BOP ittifakının başına açabileceği yeni bela ve tuzaklara dikkat ederek Rusya, İran, Suriye hattına yakın hareket etti. Doğrusu da buydu.
Şimdi mi?
İsrail'in Gazze saldırılarıyla yeniden kaynamaya başlayan gerilimde Türkiye, hiçbir şekilde Ortadoğu'daki savaşa girmemelidir. Emperyalizmin, bir provokasyon ile Gazze'yi yok etme, bölge ülkelerini savaşın içine çekerek BOP hedeflerini gerçekleştirme oyununa alet olunmamalıdır.
Asıl önemlisi Türkiye böyle bir ortamda yeniden Atatürk dönemi dış politikasına dönüş yapmalıdır. Çünkü Türkiye komşuları ile dostluk politikasına döndükçe kazanacaktır.
Gazze yanıyor ve kimse çözüm için bizim fikrimizi sormaya bile yanaşmıyor. Halbuki Türkiye'yi yıllarca bölgesinde sözü dinlenen ülke yapan, bu dış politika ilkeleriydi. Ne zaman ki bu ilkeler bir tarafa konuldu Türkiye uluslararası alanda yalnızlaştı, daha da önemlisi, etkinliğini kaybetti.
Şimdi yeniden Atatürk'ün öğütlerini dış politikanın ana ilkeleri haline getirmemiz gerekiyor. Neydi Atatürk'ün o öğütleri; Komşuların iç işlerine karışma, Rusya'yı tahrik etme, Batı değerlerini benimse, ama emperyalist hırslarına alet olma; Arap dünyasıyla tarihi ve kültürel bağlarımızı geliştir; ancak içişlerine karışma. Sormadıkları zaman da akıl verme.
Mehmetçiği Gazze'ye göndermeye çalışan malum çevrelerin BOP'a hizmet ettiği bilinen bir gerçektir. Türkiye savaşa girmemelidir. Savaşı Türkiye'nin üstüne sıçratmaya çalışan güçlere ve emperyalizmin derin planlarına karşı gerekli askeri, ekonomik, teknolojik, diplomatik hazırlıkları yapmalıdır. Unutulmamalıdır ki; Gazze'deki masum siviller, mitinglerde atılan heyecanlı nutuklarla değil, akılcı ve sağduyulu yaklaşımlarla, diplomasiye ağırlık verilerek değil "Yurtta barış, dünyada barış!" ile kurtarılabilir.