Okuduğum kitaplar içerisinde beni en çok etkileyen kitapların başında Charles Dickens'ın 'İki Şehrin Hikâyesi' isimli romanı gelir.
Konusu; Fransız Devrimi esnasında ve öncesinde Paris ve Londra'da geçen romandır İki Şehrin Hikayesi. Romanda Fransız İhtilali öncesinde acı çeken, sömürülen Fransız köylülerinin bu travmanın yaraları ile kendilerine yıllarca kötülük eden aristokrat ve asillere sıfır hoşgörü ve uydurma yasalarla idam cezaları vermeleri ile aslında evrimleşmemiş ve ilkel kalmış bir toplum oldukları anlatılmak istenmiştir.
Romanda anlatıldığı biçimiyle köylülerin 'öfke'si, kitabı okurken sizi bile dehşete düşürür.
1800'lü yıllardan gelelim günümüze...
Yaklaşık 10 gündür Fransa'nın farklı noktalarından traktörleri ile yola çıkan çiftçiler, hükümetin tarım politikalarını protesto etmek için Paris'e giriş-çıkış güzergahlarını traktörleri ile kapatarak eylem yapıyorlar.
Sendikaların çağrısı ile "Paris’i kuşatma" eylemi düzenleyen çiftçiler, başkente giden yollarda traktörleri ile uzun kuyruklar oluşturdu.
Çiftçilerin eleştirdiği konular arasında Birliğin tarım politikaları, doğa restorasyon hedefleri, desteklemelerdeki kesintiler, Rusya-Ukrayna Savaşı sonucunda ortaya çıkan yüksek enerji, yakıt ve gübre maliyetleri, Ukrayna'dan gelen ucuz tahıl ürünleri ve su tasarruf tedbirleri yer alıyor.
Fransız çiftçiler bu eylemler sırasında koyunlarını bile Fransa'nın simgesi Eyfel Kulesi önüne saldılar.
Yani bu Fransızlar acayip tehlikeli insanlar.
Öyle hoşlarına gitmeyen bir karar çıktığında, 'kralı gelse' tanımıyorlar. Kralını takmayan Fransızlar garibim Macron'u mu sallar.
Amaaan bize ne bu Fransız çiftçilerinden. Türkiye'de yok tarım kötü durumdaymış da motorine zam üstüne zam geliyormuş da tarlalarımız bu zamlardan dolayı ekilemez hale gelmiş de...
Yok ürettiğimizden kazanamıyormuşuz da, et fiyatları almış başını gitmiş de vatandaş et yiyemiyormuş da zaten yakında kesilecek hayvan bulunamayacakmış da…
Süt fiyatları rekor üstüne rekor kırıyormuş, çiftçide tarlalarını ekecek hal kalmamış da. Zaten birçoğu köylerini terk edip gitmiş, büyük şehirlerde asgari ücrete talim ediyorlarmış da…
Bir sürü hikaye! Ne münasebet. Hiç böyle bir şey yok. Baksanıza herkes sakin sakin evinde oturuyor. Tarlasıyla tapanıyla meşgul.
Bu Fransızlar çok acayipler çookk. Çok ilkeller, evrimleşememişler. Aman aman evlerden uzak olsunlar da...
***
HAFİZE HANIMIN BABASI DA GİTTİ Mİ?
Ben daha 'İstanbul'da ev kiraları Manhattan'dan yüksek. Annemlerin evine taşındık' dediğinde, 'ABD'den ithal Merkez Bankası başkanımız gidici' tahminimi yapmıştım. Bakan Mehmet Şimşek'in 'ev kiraları artışı gerilemeye başladı' lafının üstüne, böyle bir açıklamayı yapmak hele de sonrasında kapıcı Sadık Abi ile enflasyon takibi yaptığını söylemek, ipinin çekilmesi için yeter de artardı bile…
Zaten sonrasında da babasının Merkez Bankası'ndaki odasından tutun da bir çalışanı tokatladığına dair onca iddia da gündeme gelince kesin olarak 'bu iş bitti' dedim. Evet, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan 8 ay bile olmadan görevden alındı. Gerçi istifa mı etti, görevden mi alındı orası biraz karışık ama sonuç olarak Hafize Hanım, artık Merkez Bankası Başkanı değil.
Yerine yardımcısını atadılar. Bu başkan kalıcı olsa bari. Malum Merkez Bankası'na başkan dayandıramıyoruz.
Ben asıl şunu merak ediyorum; Tamam Hafize Hanım gitti de babası da gitti mi acaba? Malum hani odası var diyorlardı ya, o açıdan yani!