Anayasa’nın 138. maddesi genel olarak yargı kararlarının, 153. maddesi ise özel olarak Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını açık ve kesin bir dille düzenler.
Örneğin 138. maddesinde “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır” denilir.
153. madde ise Anayasa Mahkemesinin kararları “Yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyerek, bu bağlayıcılığı çok açık bir dille belirtir.
Ancak kuralların olması, tek başına yeterli olmaz.
Bu kuralların gereğini de yerine getirmek gerekir. Bunun için de hem bizler hem de kurumlar duyarlı olmak zorundadır.
Yani Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararları beğenmeyebilirsiniz. Ama herkesin ve bütün kurumların bu kurallara pratikte de uyması gerekir ki bireylerin temel hak ve özgürlükleri korunabilsin.
Şimdi şu son günlerde Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında "kriz" olarak nitelendirilen ve bu krizin anayasa değiştirme fırsatına çevrilmek istenmesine kadar yaşanan gelişmeleri, bütün yurttaşlar izliyor.
Bazıları Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay hakkında verdiği 'hak ihlali' kararını beğenmediklerini, Yargıtay'ın bu tavrını doğru bulduklarını belirtiyorlar.
Olur mu canım öyle şöyle, Daha basit bir dile anlatayım o zaman; Anayasa Mahkemesi'nin aldığı her karar benim çok mu hoşuma gidiyor.
Örneğin Motorlu Taşıtlar Vergisi kararı. Aylarca bir umutla bekledik, Anayasa Mahkemesi bu 'duble vergi' alınmasını iptal eder de bu ikinci MTV'yi ödemekten kurtuluruz diye. Öyle oldu mu? Hayır. Anayasa Mahkemesi 'söke söke bu vergiyi ödeyeceksiniz' dercesine karar almadı mı?
Şimdi ben ‘Hayır efendim. Bu karar beni bağlamıyor. Bu vergiyi ödemeyeceğim’ diyebilir miyim?
Ya da bu köşede de defalarca yazdım, çizdim; "Dezenformasyon Yasası, düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, halkın haber alma özgürlüğüne ciddi bir darbe vurur. Gazeteciyi görevini yapamaz hale getirir. Kurumlar veya kişiler hoşlarına gitmeyen haberler yayınlandığında, 'Yalan haber' iddiasıyla gazetecilerin üzerine gelir ve cezaevine girmelerine neden olur" demedik mi. Sadece ben değil, bütün gazeteci örgütleri de aynı şeyi söylemedi mi?
Peki ne oldu? Yasanın ilgili maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gidilmedi mi? Bunun üzerine AYM de, "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçuna 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilmesini öngören düzenlemenin iptal istemini reddetmedi mi? Yani yasa aynen uygulanacak kararı almadı mı?
Şimdi ben bir gazeteci olarak Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı beni bağlamaz" diyebilir miyim?
Diyemem elbette.
İşte bu kadar net ve açık. Herkes ama herkes ve bütün kurumlar Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına uymak zo-run-da-dır!
Ve bu krizden de hiç boşu boşuna yapay bir 'yeni anayasa yapalım' gündemi çıkarılmasın.
Hele de bireysel başvuru hakkının ortadan kaldırılmasına kimse heveslenmesin, hatta aklından bile geçirmesin derim.
Çünkü 'bireysel başvuru' ülkemiz ve insanımız açısından büyük bir kazanımdır. Bu büyük kazanımı etkili bir hak arama yolu olarak gelecek kuşaklara taşımak da başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere hepimizin ortak sorumluluğudur!
Yoksa yarın bir gün, bu hak sana da lazım olabilir. O gün başını taşlara vurma diye söylüyorum!
Bilmem anlatabildim mi!