Bir acıyı yazacaktım eğer o baskın olmasaydı.
Acı yürekleri dağlayan, acı 53 bin 537 yurttaşımızı bizden alan büyük bir acı. Evleri yıkan, şehirleri tanınmaz kılan büyük darbe; her şeyin alt üst oluşunun birinci yılı.
Ama yazmayacağım, yazamayacağım. O baskını yazacağım. İstanbul Adliyesi önündeki baskını yazacağım ve soracağım “nereye gidiyoruz?” diye.
Yeniden mi başlıyor o kara günler?
Kara ve ihanet dolu günler…
Kan dolu, kin dolu ve ölüm dolu o günler.
“Megri Megri” türküsünün Diyarbakır Meydanında Şiwan Perver ve devleti temsil eden -ettiğini sandığımız- büyüklerimizle coşkuyla söylendiği o günleri nasıl adlandıracağız?
Yeniden adım mı atıyoruz eski günlere?
Bu soruyu sormak ve cevabını dürüstçe vermek zorundayız gerekli tedbirleri bir an önce almak için.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığının uyguladığı daha doğrusu uygulamaya çalıştığı yeni eğitim ve öğretim programları bizi endişeye sevk etme noktasındadır. Bir an önce tedbir almak ve dur demek zorundayız.
Ben “sağcıyım, solcuyum, tarafsızım” demek çare değildir. Çare “Ne Mutlu Türk’üm” demektir.
Dönemim Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in yazdığı “Andımızı” yeniden söyleyebilmektir:
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak.
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”