Türkiye’nin gittiği yoldan ve sonuçtan korkmak mı lazım.
Evet; hem korkmak hem de bir an bu yoldan çıkmak lazım. Ülkenin selameti, devletin ve milletin geleceği için.
Biz ümmet değiliz milletiz. Arapların bizim egemenliğimize karşı yaptığı isyanlar, verdiğimiz kurbanlar unutulacak gibi değil.
Hala söyleriz Yemen türküsünü:
“Orası Yemen’dir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir”
Ne hüzünlü bir türküdür yahut ta ağıttır.
Bir hesaba göre 2 milyon 750 bin kişi gitmiştir Süveyş Kanalı açılışından Osmanlı Türk’ü o toprakları bırakıncaya dek 1869’dan 1917’ye kadar geçen 48 yılda. Bunların 225.000’nin döndüğü tahmin edilir.
Geriye kalanlar Yemenli kurşunu ile şehit olmuşlardır. Onun için hala söyler ve çoğu zaman da o acı türküyü.
Medine müdafisi Fahrettin Paşa’nın İngilizlere karşı şanlı direnişinin karşına da Araplar çıkmıştır. Suudi Ailesinin bu sırada yaptığı ihaneti ne unutmak ne de anlamak ve anlatmak mümkündür.
Ümmet olma adı altında yeniden Araplaşıyoruz. Millet olmaktan çıkmanın faturasını ödemeye hazır mıyız? Bu sorunun cevabını vermek zorundayız. Hem de cevabı ne kadar acı olursa olsun.
Dış politikamız rüzgâra göre bir o tarafa bir tarafa savuruluyor. Önce Finlandiya’nın Nato üyeliğine “evet” dedik, şimdi de İsveç’in üyeliğine “evet” demeye hazırlanıyoruz.
Bir zamanlar 2019 seçimlerinde İstanbul halkına “Sisi’yi mi seçeceksiniz yok Yıldırım Akbulut’u mu” diye sonranlar bugün Sisi ile rahat el sıkışıyor.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” dediğimiz Yunanistan kayalıklarımızı işgal ederken, Lozan’a göre silahsız olması gereken adaları silahlandırırken galiba uykudan kalkıp gereğini yapamıyoruz.
Suriye’ye “kardeşim” diye, Barzani Ailesine kırmızı pasaport veren kimdi?
Dış politika her yerde, her ülkede iç siyasette kullanılır ama bu kadar akılsızca değil.