İran'da başörtüsü düzgün olmadığı için ahlak polisleri tarafından dövülen ve hayatını kaybeden Mahsa Amini...
Bin yıl öncesinden başlayalım ve o dönemin Fars ve Türk bilim ve felsefe insanı İbn-i Sina'yı önce bilimsel gözle, sonra da felsefi ve ahlaki gözle değerlendireceğim.
İbn-i Sina'nın bilimsel yönünü en iyi anlatan Prof. Dr. Kadircan Keskinbora'nın kalemi ile başlayalım.
İbn-i Sina'nın tıp üzerine yazdığı El-Kanun eseri ve çeşitli makaleleri, hem Avrupa hem de birçok Müslüman ülkede hala araştırma konusudur ve onun fikirleriyle ilgili bazı güncel deneylere rehberlik eden sayısız araştırmaya yol açmıştır.
İbn-i Sina'ya göre “Tıp, vücudun çeşitli hallerini öğrendiğimiz bilimdir; sağlıkta, sağlıkta değilken; sağlığın kaybedilmesinin muhtemel yolları ve kaybolduğunda, restore edilmesi muhtemeldir. Başka bir deyişle sağlığın korunması ve kaybedildiğinde geri kazandırılması sanatıdır.”
Hastalık, diye devam ediyor, insan vücudunun, birincil olarak ve bağımsız olarak ancak ikincil olarak değil, normal işlevleri bozan anormal bir durumudur. Hastalık, bu nedenle, bir mizaç veya yapı bozukluğu olabilir. Sağlığın korunması ve korunmasında yaşam tarzı/davranış değişikliğinin kilit rolünü vurguladı.
İlginç bir şekilde, İbn-i Sina, psikolojik yönleri teorik ve pratik tıpta birleştiren ilk kişiydi.
Aslında, teknolojik kaynakların yokluğuna rağmen, İbn-i Sina hem batı hem de doğunun erken dönem entelektüel gelişmelerini bir araya getirmek gibi zorlu bir görevi başardı. Ayrıca her iki tarafa da çok yönlü bir eğitim ve bakış açısı kazandırması inanılmaz ölçüdeki başarılarındandır.
Günümüzden yaklaşık 10 asır önce, MS980 civarında, bugünün İslam coğrafyasında dünyaya gelmiş Fars veya Türk bilim adamıdır. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. İbn-i Sina yaşadığı dönemde söylediği bir söz var ve bu sözü 1000 yıl önce söylemiş; "Dünya, aklı olup, dini olmayan adamlarla ve dini olup, aklı olmayan insanlar olarak ayrılmıştır."
Dönemine göre çok ağır bir söz olmakla birlikte, günümüzü anlatan bir söz ve artık toplumlar, insanlar ve insanlık akıl, mantık, bilim ve vicdan sınırlarını aşmış durumda.
Amerika'dan gelen misafirlerim olmuştu bir kaç ay önce. İlk kez Türkiye'ye gelmişler ve uçaktan inip eve geldiğimizde gözlerindeki şaşkınlıkları izledim. Yaşam tarzımızı ve toplumumuzu görünce aynen şunları söylediler;
"Haberler, belgeseller ve topluluklar hep farklılıklarımızı anlatıyor. Çünkü günümüz dünyasında yaşayan herkes birbirinden farklı ve garip gelince dikkatlerini çekiyor, izleniyor, pirim yapıyor."
Oysa ne kadar çok benzerliklerimiz var. Oysa benzerliklerimiz bir araya gelince değer kazanıyor. Uzaktan olunca sadece farklılıklarımız ve çatlaklarımız, çiziklerimiz dikkatimizi çekiyor. Bir arada olunca benzerliklerimiz tüm çizik ve çatlaklarımız düzeliyor ve birbirimizi kabulleniyoruz.
Ülkemiz; bu toplumlar içinde en vicdanlı insanlardan oluşuyor. Buna rağmen yine birbirimize tahammül edemediğimiz, hoşgörüsüzlüğün ve akıl tutulmasının yaşandığı olaylar oldu. Gücü eline alan, mülke de sahip olmak istemiş ve karşı olana yaşama hakkı vermemiş.
Önce bir taraf baskı ve şiddet uygulamış ve güç başkasına geçince diğer tarafa acı çektirmiş. Sırayla insan yapımı, yapay acılar yaşamışız ve yaşatmışız. Düşünmeden, kabullenmeden nefret ve öfke ile.
1993 yılında Madımak Otelde "din elden gidiyor" diye yakılan onca insan…
1995 yılında Sivas'ta başı kapalı olduğu için mezuniyette yemin ettirilmeyen ve şiddet uygulayarak sahneden indirilen öğrenciler...
Hepimizin geçmişte hataları oldu, olmaya da devam ediyor. Türkiye'de yaşayan herkesin ve her kesimin, Genel Başkanımızın "HELALLEŞME" çağrısına kulak vermesi dileği ile son söz olarak;
Bilim yaşamanı, hayatta kalmanı sağlar. Din ve ahlak ise yaşama bilincini sağlar. Bunlar aynı şeyler değil.
Nefret insanlık suçudur, öfke ise hayvansal bir dürtüdür. Hep dediğimiz gibi; dini eteklisi de bizim, mini eteklisi de.
Bilim ve vicdan ile sağlıkla kalın...