Gazali’nin hikmetli sözleri yankılansa tüm dünya semalarında, “İnsan o kadar dünyevileşir ki, mezar kazan bile öleceğini inanmaz.”
Belki de günümüz dünyasına dair en kritik tezahür, insan beşer bir alemin içerisinde o denli dünyevileşir ki kendine, fıtratına dair tüm incelikleri bir kenara bırakır. Dünyanın rızasını kazanmak için yaşamaya başlar. Çünkü günümüz koşulları tam olarak bunun için dizayn edilmiştir.
Kendinden uzaklaşma süreci beraberinde kaotik bir dönüşüm getirir mutlaka. Hayat eksik kalanları tamamlama sorumluluğumuz olmasına rağmen biz daha da eksiliriz. Ta ki yok olana kadar. Ölmeden önce çürümeye başlarız. Bireysel olarak yaşadığımız bu çürüme elbette toplumsal olarak da çürümemize sebebiyet verir.
Son zamanlarda her şeyi ve herkesi kaplayan bu habisle yaşamak… Belki de toplumsal çürüme dediğimiz durumun tek cümlelik özeti. İnsanlığın ruhuna yapışmış bir habis, her yeri ve her şeyi istisnasız yok ediyor. Var etme gücüne sahip değilken yok etme arzusunun esiri olmuş durumdayız. Bazen bir sözle, bazen bir bakışla, bazen fiiliyata geçmiş bir hareketle… An-ı yok etmek yetmezmiş gibi artık canı yok etmek…
Üzerinde dikkatle ve rikkatle durmak istediğim bir mevzu aslında toplumsal çürüme meselesi. Sokaklardan, kafelere, en mahrem köşelerimizden en umumi alanlara kadar her yerde. Herhangi teorik bir alt yapıya ihtiyaç duymadan gözlemleyerek farkında olabileceğimiz kadar aşikâr.
Gergin ve öfkeli bir toplumuz. Öfkesini anlamlandıramayan, dönüştüremeyen bir toplum. Çürüme ise her yerde; adliyede, emniyette, sokaklarda, evlerde. Herkes bir diğerine saldırıyor, ağuyla, lafıyla, yorumuyla, kılıçla, baltayla, satırla…
Kötülüğün ortadan kaldırılması için sanki karşısında daha çok kötülük yapılmalı gibi bir düsturla hareket ediyoruz bireysel olarak da toplumsal olarak da. Kötülüğü iyilikle ortadan kaldırmanın gücüne dair inancımız tamamen tükenmiş gibi.
Hakkı batılla karıştırıp, hakkı hakikati unuttuk. Fıtratımızı, özümüzü unuttuk. Dervişle akrebin kadim nasihatini işiten kaç kişi kaldı ki?
Günün birinde derviş suya düşen akrebi kurtarmak ister. Elini uzatınca akrep sokar; Derviş tekrar dener, akrep yine sokar. Bu durum defalarca tekrarlanır. Bunu görenler dayanamaz dervişe, "İyilik yapmak istediğin halde sana zarar verene daha ne diye yardım edersin?" der. Dervişin cevabı manidardır: "Akrebin fıtratında sokmak var, benim fıtratımda ise yaratılanı sevmek, merhamet etmek var. ‘’O fıtratının gereğini yapıyor diye. Ben niye fıtratımı değiştireyim?”
Bu yol senin akrepte olmak elinde, dervişte…
“Kim olduğunu bıraktığında, “olabileceğin” kişi olursun.”
Eski kıyafetlerinin üzerine başka kıyafetler giyersen ne olur?
Ne eskisi gibi görünürsün ne yenisi gibi.
Ama herkes gibi olmayı bırakmayı göze aldığında, yeni bir sen olabilirsin.
Ya her gün yeniden “olmak istediğin kişi” olmayı seçersin, ya da geçmişi tekrarlamaya devam edersin.
Hangi fıtrata uygun davranmayı seçiyorsun?
Ve en mühim olanı;
Sen bugün kim olmayı seçiyorsun?
İnsan olmayı tercih ediyorum. Eline emeğine sağlık yüreğine kalemine sağlık