17 Ağustos gününe ve yaşanılan kayıpların tümüne ithaf edilmiştir.
O 45 saniyeyi yaşayan hiçbir çocuk bir daha çocuk olmadı…
Bazen karanlık bir yerde toprakla yerle bir oldum sanırsın aslında yepyeni bir yaşam için ekilmişsindir. Seneler geçer filizlenirsin. Zikretmeye, konusunu geçirmeye hatta ve hatta yazmaya kıyamazsın.
Onarılamayacak bir geçmişin gölgesinde hayata başlamak diğer hayata başlama stillerinden farklı olsa gerek. Ne de olsa zordur deprem çocuğu olmak…
Senelerce anlamlandıramadığın şeyler yaşarsın. Anılarını ve anlarını sayısız şeyi geri gelmeyecek şekilde kaybedersin. Toprağın bütün anılarına şahitlik ettiği ölüm haricindeki tek durum depremdir belki de. Kıyıp giyemediğin giysilere, kıyıp söyleyemediğin kelimeler, kıyıp kullanamadığın eşyalara birer birer kıyar. Hatta o kadar çok kıyar ki ölmeden önce ölmek ne demek hissedersin. Sana dair her şey- sen hariç- yeryüzünden silinir.
Yiyemediğin o yemek, dolaptaki doğum günü pastan, kızın için saklayacağın gelinlik, ilk acın, ilk mutluluğun saklamaya değer bulduğun her şey sinenin içine gömülür. O kadar kısa saniyeler içerisinden gerçekleşir ki zamanın kırbacı sırtına vurulmuş hissedersin.
Sahip olduğun her şeyi- sana ait olduğunu sanmanın büyük yanılgısı içerisinde- sadece 45 saniye de kaybedebilirsin. Hem de geri getiremeyeceğin şekilde. Bu bilinçle yaşarsan ne mi olur? O kıyafeti eskitene kadar giyer, söylemek istediğin tüm kelimeleri avazın çıktığı kadar söyler, tüm eşyalarını gerekli olduğu an hiç düşünmeden kullanmayı öğrenirsin. Her birimiz çok farklı yaşlarda öğrenir ama mutlaka öğrenir. Ben öğrendiğimde çok küçüktüm.
Her insan yaşadıklarıyla var olup hayat bulur. Her yaşam kendi içinde bağrı yanık bir türkü mutlaka barındırır.
Yıkılan sadece evler mi? İnsanların hatıraları, eşyaları, fotoğrafları ne olacak? O yaşamı inşa edene kadar verilen çabayı, ilklere-sonlara-vedalara şahitlik eden duvarları, bir ufak iç çekişi, bir kahkahayı, senelerdir bekledikleri bebeğin beşiğinin o eve girdiği an ki coşkuyu kim, nasıl geri getirebilir ki? Her şey onarılır ama bu his onarılamaz. Her ne destek sağlanmış olursa olsun; insanların ailesinden kalan tek fotoğrafın, tek bir kazağın, duvarda asılı o resmin yerini tutabilecek mi?
Bazı ağıtlar hiç dinmez ve bazı yaralar oluk oluk kanar. Tüm dengeler değişir toprak herkesi dümdüz bir zeminde eşitler. Yerle bir olursun. Mücadeleyi öğrenirsin, bir anda büyür kimlikteki yaşın. Sonraki yaşlarında hiçbir deprem yıkmaz seni sadece sallanırsın artçılarla. Bir hüzün ki kalkmak bilmez yüreğinden, artık yeni komşun hüzündür. Hüzünle büyürsün.
Sonra bakarsın devasa binalara, binalardaki merdivenlere, evlerin içlerine, avizelere sonra sorarsın gerçekten gereken dersi aldık mı? Hayat her hatayı yapmak, her acıyı yaşamak için oldukça kısa değil mi? Yaşanmış acıları dinlemek onlardan ders almak gerekmez mi? Sonraki seneler boyunca nelere ağladık bir bilseniz, başka bir şehirde düzen kurmaya çalışmak, var olmaya çalışmak…
İnsan yaşamı kadar an’ların ve anı’ların sağlanacak ranttan, kazanılacak tüm meblağlardan daha üstün olduğunu idrak ettiğimiz bir düzen kurmak ümidiyle…
Harika yüreğine sağlık