Yoluna çıkan her şeyde önce kendini aş.
Bir olayla ya da durumla karşılaştığımızda gösterdiğimiz tepkinin kendimizi tanımanın en kestirme yollarından biri olduğunu biliyor muydunuz? Dahası da var. Karşına çıkan her şey hiç durmaksızın sana kim olduğunu ve ne olabileceğini fısıldıyor. Dinliyor musun peki? Kendini tanıyor musun? Gözlemliyor musun? Siz bu sorular üzerinde düşünürken ben çok beğendiğim bir kıssadan hisseye atıfta bulunmak istiyorum.
"Vaktiyle biri, İslam Alimi olarak bilinen Sufi Ebû Bekr-i Şiblî'ye sordu:
“Bu yolda ilk önce kim kılavuz oldu sana?”
Şiblî dedi ki:
“Bir gün su kıyısında bir köpek gördüm. Öyle susuzdu ki bir zerrecik takati kalmamıştı. Suda kendi aksini gördüğünde başka bir köpek sandığından sudan korkuyor, su içemiyor, su kıyısından kaçıyordu. Nihayet susuzluktan perişan bir hâle geldi ve dayanamadı, birden bire kendini suya attı. Öbür köpekte bu suretle görünmez oldu. O köpek, bu suretle gözünün önünden kalktı. Zaten o perde kendisiydi, o an ortadan kalkıverdi. Bu hakikat bana böyle apaçık görününce iyice anladım ki ben, bana perdeyim. Bunun üzerine kendimden fani oldum ve işim yoluna girdi. Hasılı bu yolda ilk önce bana bir köpek kılavuzluk etti.”
"Ben, bana perdeyim." Sadece şu cümle üzerine bile saatlerce düşünülebilir ve üzerine konuşulabilir.
Hayata ve kendimize dair her zaman sınırlarımız, bazen keskin bazen muğlak çizgilerimiz vardır. Kimi zaman çok ötesine gidebilir, kimi zaman çok gerisinde kalabiliriz.
Kendimizi tanıtırken dahi başkalarının yorumları, başkalarının bize yüklediği manalar üzerinden tanımlarız. Farkında olarak ya da olmadan bir anda nesneleşiriz. Ömrümüz boyunca en çok vakti kendimizle geçirecek olmamıza rağmen başkalarını tanımak için harcadığımız çabayı kendimizi tanımak için harcamayız. Hâlbuki önce kendinden başlamak gerekmez mi?
İnsanlık üzerine güncel bir yorum yapmam gerekirse; "kendisi ile savaşı bitmemiş insanlar topluluğu" derdim, şüphesiz. Çünkü kendisi ile savaşı bitmemiş kimse, başka birine barış sunamaz.
Kendinden fani olmak, insanın en büyük acısı ve aynı zamanda tesellisidir belkide. Aslında dünyadaki tüm canlılar fanidir ama bunun tek farkında olan varlık "insandır." Buna rağmen tüm bu fani oluş hâlini gündelik yaşamın hengâmesinde adeta değirmende öğütülmüş hâle getirir. Aslında bütün bu telaş, bir fâninin ölümü unutmasının hikâyesidir.
Söylemlerim biraz koyu, mistik ve kapalı geliyor olabilir. Sadece hepimiz anlamlandırmaya ihtiyacı olan varlıklarız. Benim nihai hedefim de bu anlamlandırma sürecine katkı sağlayabilmektir.
Artan sosyal medya kullanımı, intihar oranları, madde bağımlılığı, gösterişçi tüketim, popüler kültür uğruna her şeyi mübah belleyen hedonist ve pragmatist zihniyet ve vahşi kapitalizm. Resmin bütününe baktığımız an toplumsal etkilerinden öte başka şeyler de görebiliriz. Mesela kendimizle aramıza koyduğumuz o engel, kendi yansımasını görüp su içmekten korkan kendini aşamayan köpek ve o susuzluk hâlinde verdiğimiz tepki... Çoğumuz o yansımadan korkup hiç yaşayamadan ölüyoruz. Ölmekten kasıt salt anlamda bedenin ölmesi değil, bunun ötesinde ruhun ölmesi. Kendimizden uzaklaştıkça azar azar eksiliyoruz.
Eksilmeden, eksiltmeden ve eskimeden kendimizden hâsıl olabilmek ümidiyle...