Türkiye'de 'Sefiller' romanıyla tanınan, ünlü Fransız yazarlardan Victor Hugo'nun 1870'li yıllarda en büyük hayali, Avrupa uluslarını bir araya getirecek Birleşik Avrupa Devletleri fikriydi.
Bu hayalin peşinden koşan, hatta bir ömür veren başka bir edebiyatçı da Stefan Zweig’dı. Zweig’ın hayali de birleşik bir Avrupa’ydı. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'da yaşanan büyük kıyım yüzünden bunalıma giren Zweig, bu üzüntüsünden kendi canına bile kıydı.
Bu iki edebiyat insanının hayali, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntılarından sonra Avrupa Kıtası için yeni bir umut oldu.
Savaş süresince totaliterliğe direnen insanlar, Avrupa’da devletler arasındaki kin ve düşmanlığa son verip, kalıcı bir barış oluşturmakta kararlıydılar.
Önce 9 Mayıs 1950’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kurdular. 1989’da ise Berlin Duvarı’nın yıkılması, iki Almanya’nın yeniden birleşmesi, umutları yeşertti.
Ardından Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin kendi kararlarını alabilen ülkeler haline gelmeleri sayesinde, 1992 yılında Maastricht Antlaşması ile 'Avrupa Birliği' doğdu.
Buraya kadar anlattıklarım, bizim yani Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yıldır bir türlü giremediği, aday adayı statüsünden öteye gidemediği Avrupa Birliği'nin kuruluş hikayesi.
Bir de bunun yanında Avrupa Parlamentosu var. Avrupa Birliği'nde yaşayan 450 milyon nüfusu temsil ediyor ve temel işlevi bir siyasi güç olarak topluluk politikalarının hazırlanması için gereken kararları üretmek.
Örneğin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olabilmesi için gereken kriterleri yerine getirip getirmediği, nasıl bir ilerleme kaydettiği gibi konular, bu parlamentonun ilgili komisyonlarınca yürütülüyor. Komisyonun hazırladığı rapor da, Avrupa Birliği Konseyi'ne sunuluyor. Yani son derece etkin bir konumu var Avrupa Parlamentosu'nun ve üyelerinin…
İşte bu Avrupa Parlamentosu, bugünlerde son yılların en vahim 'yolsuzluk' skandalı ile karşı karşıya.
Geçen hafta Brüksel’de yapılan operasyonda 'bir Körfez ülkesinden' rüşvet alma suçlamasıyla, aralarında Avrupa Parlamentosu’nun (AP) eski ve yeni üyelerinin de olduğu beş kişi gözaltına alındı. Dün de beş kişiden üçü tutuklandı.
Operasyonda AP başkan yardımcılarından Yunan sosyalist milletvekili Eva Kaili de gözaltına alındı. Görevinden alınan, Yunanistan’daki partisi PASOK’tan ihraç edilen ve tüm malvarlığı dondurulan Kaili'nin "bir çanta dolusu nakit parayla" yakalandığı iddialar arasında.
Yüzbinlerce liralık rüşvet operasyonuyla ilgili Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Roberta Metsola ise kızgın, “Avrupa demokrasisinin, onu kendilerine tehdit görenler tarafından saldırı altında olduğunu” söylüyor ve "Cezasız kalmayacak” diye meydan okuyor.
AP'li üyeleri rüşvet verdiği iddia edilen ülke ise, Katar. Bugünlerde Dünya Kupası maçları nedeniyle zaten gündemde olan Katar, iddiaları reddediyor. Ancak durumu bir hayli sıkıntılı.
Çünkü Avrupa Birliği ile Katar arasında vize serbestisi sağlanmasını öngören raporun görüşmelerine az bir zaman kala bu skandal patlak verdi.
Katar deyince ben de şöyle bir duruyorum.
Keza, son yıllarda özellikle siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda en hızlı ilerleme sağladığımız ülke Katar.
Bakalım bu işin sonu nasıl bitecek!