Türkiye'de ayrıştırma ve bölme hesabı yapanların ki biz onlara 'toplum mühendisleri' diyoruz en fazla kullandıkları fay hatları var.
Bunlardan ikisi bu ülkenin kurulduğu günden bu yana başına fena halde dertler açtı.
Bu fay hatlarından birincisi din üzerinden siyaset, diğeri ise etnik kimlik üzerinden siyaset.
Din üzerinden siyasette en fazla istismar edilen ve bu ülkeyi kutuplaştıran birinci argüman, daima, istisnasız 'türban' ya da kadınların kılık ve kıyafet meselesi oldu.
Oysaki bu ülkede siyaset, yurttaşların dini inancına ve etnik kökenine bakmaksızın her bireyi eşit yurttaş ve insan olarak siyaset için temel almayı öngörmeliydi.
Etnik kimlik siyasetinin ürettiği terör, dini siyasete alet etmenin de ülkeyi getirdiği 15 Temmuz CİA-FETÖ 'şeri darbe' kalkışmasında olduğu gibi vahim nokta ortada.
Din siyaseti izleyenlerle, etnik kimlik siyaseti izleyenlerin ittifakı da çatışması da ülkemizi, insanlarımızı varlık yokluk mücadelesi verir duruma getirdi. Bu sorunun tartışılacak bir yanı kalmadı.
Oysaki siyaset; Yunanistan'da, Finlandiya'da hangi temeller üstünde yapılıyorsa bizim ülkemizde de o modern temeller üstünde yapılmalıydı, yapılmalı!
Peki, bu barbar ortamdan nasıl çıkabiliriz?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen gün Twitter hesabından yaptığı video paylaşımda, “Kadınların giyim kuşamını, siyasetin tekelinden çıkartmak” için kanun teklifi vereceklerine ilişkin açıklamaları 'din üzerinden siyaset' karşısında sadece CHP için değil, tüm Türkiye açısından da çok önemli bir eşiğin aşılması anlamına geliyor.
Kılıçdaroğlu'nun, başörtüsüne 'kanuni güvence' teklifini dile getirdiği video paylaşımı sonrası yaptığı konuşmada söylediği "Bedeli ne olacaksa olsun yaraları kapatmaya and içtim" sözleri de bu konuda ne derece kararlı olduğunu ortaya koyan bir yaklaşım olması açısından umut verici.
Zira Kılıçdaroğlu video mesajında başörtüsü konusunda hataları olduğunu kabul ediyor ve artık değişme zamanı diyerek “Bu hakkı yasal güvenceye alacağız” mesajını da veriyor.
Kılıçdaroğlu'un açıklamalarının ardından iktidar kanadından tepkiler elbette gecikmedi. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Hak ve özgürlükler mücadelesinin öncü siyasi hareketi biziz” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yapacağı grup konuşmasında özgürlükler konusunda yeni bir aşamayı açıklayacağını duyurdu.
Siyasette 'hak ve özgürlükler' konusunda iktidarın da muhalefetin de böyle açıklamalar yapmasını son derece yararlı buluyorum.
Çünkü siyasetin gündelik yaşamı sürdürmeyi bile zor hale getiren karanlıkçı yanılgıları karşısında, yaşıyor ya da ölmüş olma noktasına gelmiş anlayışlara karşı tüm bunlar ciddi bir uyarıdır. Ölüme ve karanlığa karşı, yaşamı savunma çabası ve çırpınışıdır diye düşünüyorum.
Çünkü bu ülkede eksik olan din ya da dinci siyaset değil, demokratik hak ve özgürlüklerdir.
Çünkü bu ülkede demokrasi ve barışın daha da çoğalması, dinci ve etnik manipülasyonlara son verilebilmesine, dinin siyaset olmaktan çıkarılıp inanç olmasının sağlanmasına bağlıdır.
Çünkü bizim olmazsa olmazımız 'demokrasi'dir. Demokrasi, insanın, ben insanım dediği yerde vardır. İnsan, ben insanım demekle; aklım, bedenim ve yüreğim bana aittir; bana ait olan bireysel varlığım üstünde kendi iradem dışında hiçbir iktidar tanımıyorum der.
İnsanın kişiliğini otoriteye ipotek ettiği yerde insan da demokrasi de biter. Totaliterizm, insanın bittiği yerde başlar, insanı bitirme edimidir.
O yüzden dinci siyasete de etnik siyasete de 'hayır' diyoruz. Çünkü ülkemizi seviyoruz. Demokrasi, barış ve huzur içinde, kardeşçe, modern bir ülkenin özgür bireyi, özgür yurttaşı olarak yaşamak istiyoruz.