Türkiye'nin yıllarını çalan, binlerce gencinin geleceğini karartan lanet olasıca 1980 askeri darbesinin bıraktığı en kötü miras nedir diye soracak olursanız; 'başörtüsü yasağı' derim.
Çünkü bu darbe sonrasında çıkarılan ve yaklaşık 31 yıl yürürlükte kalan "Kamuda Kılık Kıyafet Yönetmeliği" nedeniyle kadınlar kamu kurumlarında başörtüleriyle çalışamadı, mahkemeler, devlet daireleri ve diğer resmî kurumlarda öğrenciler, işçiler ve kamu görevlileri de bu yasağa uymak zorundaydı.
Türkiye’de başörtüsü yasağının en fazla mağduriyet ve tartışma yarattığı yerler ise üniversiteler oldu. Bir dönem başları örtülü olduğu için birçok öğrenci, yükseköğrenim hakkını kullanamadı.
Yasaklarla ilgili uygulamalar, 1997'deki 28 Şubat süreciyle zirveye çıktı. Örneğin o dönemde bütün üniversitelerde YÖK tarafından türbanlı öğrencilerin kampüs içinde dolaşmalarının yasaklanmasıyla bu sorun da bir kriz halini aldı. Öğrenciler okullarından oldu, bu yasağı uygulamayan rektörler hakkında soruşturma bile açıldı.
Kimine göre siyasal bir simge, kimine göre de dini bir zorunluluk olan başörtüsü yasağı, Türkiye'nin onlarca yıl tartıştığı sorunlardan biriydi.
Hatta 2007'de AK Parti'nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'ün eşinin başörtülü olması, askerlerin "e-muhtıra" olarak bilinen 27 Nisan bildirisini yayınlamalarının başlıca sebepleri arasındaydı.
Adalet ve Kalkınma Partisi bile iktidara gelir gelmez bu konuda hemen adım atamadı, başörtüsü yasağını kaldıran genelgeyi iktidarlarının ancak 11'inci yılında yayınlayabildi.
Kamu personeli için başörtüsü yasağının kalkması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Ekim 2013'te açıkladığı demokratikleşme paketi ile oldu. Kılık kıyafet yönetmeliğinin 5. maddesinde yapılan değişiklikle kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı.
Askerler, emniyet mensupları, hakimler ve savcılar bu düzenlemenin dışında tutuldu. Avukatların, barolar tarafından belirlenen kurallar çerçevesinde başörtüsü takamayacaklarına ilişkin uygulamalar ise, mahkeme kararları ile aşıldı.
Nihayet Türkiye'nin enerjisini ve birliğini bozan bu 'başörtüsü' meselesi tam bitti demişken, üç gündür yeniden gündemimize ani bir dönüş yaptı. Adeta yeniden hortlatıldı.
Sebep?
Toplumdan gelen 'değişim' talebinin artık iyiden iyiye görünür hale gelmesi üzerine, iktidar cephesinden fısıltı halinde söylendiği öne sürülen, ‘CHP iktidara gelirse başörtüsü yasağı yeniden geri gelir’ iddiaları…
Kulislerde konuşulan o ki Kılıçdaroğlu da bu fısıltılar üzerine 'helalleşme' çağrılarının en önemli temellerinden birini oluşturan 'muhafazakar kesimle barışma' fısıltıları boşa çıkarmak için, 'kadınların kılık kıyafet özgürlüğünü yasa kapsamında düzenleyelim' önerisini getirmiş.
Ardından da iktidar kanadından gelen 'yasa yetmez, anayasaya koyalım' teklifiyle kalesine 'golü' de yedi elbette.
Bu tartışmaların bu ülke için, hak ve özgürlükler için bir yararı var mı?
Bence yok. Çünkü sonuç alınabilecek bir durum yok. Yeniden 30 yıl önceki o ilkel tartışmalara geri döndüğümüzle kaldık.
Muhalefet 'başörtüsü' meselesini 'kanun'la çözelim diyor, iktidar 'meclis aritmetiği değişirse kanun değiştirilebilir, anayasaya koyalım' diye karşılıyor. Biri 'Alevilerin özgürlüklerini genişletelim' kartını çıkarıp, cemevlerini ibadethane kapsamına alalım demeye getiriyor, diğeri 'sizin ajandanızda tarikatlar, tekke ve zaviyeler de var' diye paslıyor.
Ne iktidarda muhalefete güven var ne de muhalefetin iktidara.
Sonuç olarak aslında her iki taraf da yine 'din siyaseti' yapıyor. Vatandaş ise bitti denilirken yeniden gündeme gelen bu mesele yüzünden saçını başını yoluyor.
Hak ve özgürlükleri mi sordunuz?
Onlar yine bir başka bahara kaldı!
***
Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin Çatkaya Köyü Avdan mevkiinde faaliyette olan ve genişletmek istenen katı atık çöp depolama tesisi ile ilgili tartışmalar, kentin gündeminde. ÇED toplantısında köylüler isyan etmişler 'Nefes almak yaşamak istiyoruz' diyerek toplantıda seslerini bir hayli yükseltmişler.
Bunun üzerine ÇED toplantısı da yarıda kesildi, tesis yetkilileri, toplantıyı terk etmek zorunda kaldı. Aslında orada yıllardır büyük bir sıkıntı yaşanıyor ama kimse seslerini duymuyordu. Örneğin İlkadım'daki Yeşiltepe Mahallesi köylüleri, çöp istasyonundan Bulanık deresine salınan atık sulardan kaynaklanan kirliliğe isyan ediyorlardı.
Diğer taraftan Avdan mevkiinde, çöp istasyonunun hemen yanı başından geçen o yol, Milli Mücadele için Atatürk ve silah arkadaşlarının Samsun'dan Anadolu'ya geçerken kullandığı tarihi bir yol.
Yani Kurtuluş yolu, yani Ata Yolu.
Şimdi hiç yakışıyor mu 19 Mayıs kenti Samsun'a diye ben sorayım, siz de söyleyin!