1980 sonrasında Türkiye, mamul mallar ihracatına yönelerek kişi başına gelirlerini yükselten pek çok gelişen ülke gibi, ciddi bir problemle karşı karşıya kaldı.
Kişi başına gelirlerle birlikte ücretler de artarken, yoğun emek gerektiren işlerde düşük ücretle işçi çalıştıran ülkelerle rekabette sıkıntıya düştü.
Yeni teknolojiler üretemedikleri ve yeni ürünler yaratamadıkları için de katma değeri yüksek ürünlerde gelişmiş ülkelerle rekabet etmekte zorluk yaşadılar.
Bu nedenle Türkiye gibi kişi başı gelirleri 3-15 bin dolar arasında kalan ülkeler, daha yüksek gelir düzeyine ulaşma konusunda sıkıntıya düştüler.
Ekonomide işte bu duruma, 'Orta Gelir Tuzağı' adı veriliyor.
Ve bugün Türkiye'de ekonomide yaşanan çalkantıların, iç veya 'dış güç'lerin en ufak bir müdahalesiyle bile ciddi oranda fuske yemesinin temelinde de de bu sorun yatıyor.
Yani Türkiye 'orta gelir tuzağı'na yakalanmış bir ülke.
Aslında Türkiye'de, Orta Gelir Tuzağı'na ilişkin sorunlar yeni oluşmadı; Eğitim, teknoloji ve katma değer yaratma konusundaki sorunların kaynağı ile en azından bir yarım yüzyıl hatta daha da geriye gitmek gerekiyor.
Türkiye 20. yüzyıl boyunca eğitimde örneğin, kendi gelir grubundaki ülkelerin gerisinde kaldı.
Diğer bir hata ise; 1960'larda ve 1970'lerde ithal ikamesi yoluyla sanayileşme ivme kazanırken, işin kolayına kaçıldı.
Asıl derin hata ibe, araştırma, teknoloji ve yeri ürün yaratma konusunun ihmal edilmesi oldu.
Bu nedenle de 1980'lerde başlayan ihracat artışında emek yoğun mallara yönelindi, düşük ücretlerle desteklendi.
Dünyada gelişen ve ekonomisi iyi durumdaki ülkelerin yaşadığı tarihi örnekler ve deneyimler, imalat sanayisinde başarılı olunmadan kişi başına düşen geliri yükseltmenin, çok güç olduğuna işaret ediyor.
Oysa ki Türkiye'de 2020 yılı verileri göz önüne alındığında imalat sanayisinin, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payının hızla gerilediğine işaret ediyor.
TÜİK'nin 2020 yılı kişi başına GSYH verilerine göre, imalat sanayiinin payı yüzde 20'ye bile ulaşamamış durumda.
Bu payın gerilemesi ya da sanayileşmenin Anadolu'ya yayılması ve sanayi merkezlerinin oluşması sürecinin 'hızını kaybetmesi', Türkiye ekonomisinin orta gelir tuzağını aşma konusunda yol almasını da her geçen gün güçleştiriyor.
Sadece Samsun'da 10'a yakın organize sanayi bölgesi bulunmasına rağmen yatırımcı bulma konusunda yaşanan sıkıntılardan bile meselenin önemini anlamak mümkün.
Peki, bu tuzaktan kurtulabilmemiz için ne yapmamız gerek?
Öncelikle göçler nedeniyle tarımdan kent ekonomisine geçen nüfusu, daha yüksek becerilerle donatmak ve hem sanayide hem de hizmetler sektöründe daha yüksek verimle istihdam edebilmemiz gerekiyor.
Örneğin; toplam nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınların büyük çoğunluğunun evlerinin dışında çalışmadığı bir ülkenin orta gelir tuzağını aşabilmesi çok güç.
Yani kadınlar mutlaka ama mutlaka evlerinden dışarı çıkarılarak, çalışmalılar.
Bunun yanında, ülkede tasarruf oranını yükseltmek, enerji bağımlığını azaltmak ve daha yüksek beceriler ve teknolojilerle çalışan ve daha fazla katma değer üreten bir ekonomiye geçmek gerekiyor.
Ve en önemlisine gelelim:
Önümüzdeki dönemde orta gelir tuzağının aşılabilmesi için devlet müdahaleciliği konusunda son yarım yüzyılda yerleşen anlayışın ve kurumların 'kesinlikle' değişmesi gerekiyor.
Gelişen ülkeler arasında az sayıda başarılı örneğin de gösterdiği gibi, kaynakların uzun vadede gelişme potansiyeli en yüksek sektörlere, en başta da teknoloji ve katma değer içeriği yüksek sanayiye yönlendirilebilmesi için etkili bir -devlet müdahaleciliğine- ihtiyaç var.
Bu konu aslında bizim, yarım yüzyıl öncesine dönersek en iyi bildiğimiz hatta ezbere bildiğimiz bir bölüm.
Hemen karşı çıkmayın;
Çünkü sizde bilirsiniz ki trafikte en güvenli yol, en iyi bildiğiniz yoldur!
Hele bir de demokrasi, temel haklar, ileri bir anayasanın yanında hukuk ve adalette yaşanan sorunları da çözdünüz mü tadından yenmez!