Hammurabi Kanunları…
M.Ö. 1760'lı yıllarda Mezopotamya'nın Babil ülkesinde ortaya çıkan tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı yasalarıdır.
Bu en eski kanunların öyle bir maddesi vardır ki günümüze gelindiğinde birçoğumuza belki de çok acımasız gelecektir.
Denilir ki Hammurabi Kanunları'nın 229'un maddesinde;
"Bir usta herhangi biri için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa; inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan da öldürülür."
Kısasa kısas yani!
Türkiye tam 2 gündür Kahramanmaraş Pazarcık ve Kahramanmaraş Elbistan merkezli iki büyük depremin neden olduğu büyük bir dramla karşı karşıya…
Zamana karşı adeta büyük bir mücadele veriliyor. 31 saattir enkaz altındaki 15 aylık Meryem bebeğin Kahramanmaraş'ta kurtarılmasına nasıl sevindiysek,
OMÜ İletişim Fakültesi'nden mezun Alaaddin Fıstık'ın depremde göçük altında kalarak hayatını kaybetmesine o derece üzgünüz!
İki gündür çok büyük acılar yaşıyoruz, gözyaşlarımız sel olup akıyor.
Deprem bölgesinde sağ kalmayı başaran ve ailelerini, yakınlarını, sevdiklerini arayan vatandaşlar 1999 Marmara depreminden çok iyi bildiğimiz o soruyla sesleniyorlar enkazdakilere;
"Sesimi duyan var mı?"
Kahramanmaraş, Adıyaman, Hatay, Şanlıurfa, Diyarbakır, Osmaniye, Adana, Mersin, Tarsus, Malatya. Nereye başınızı çevirseniz büyük bir yıkım…
Diğer taraftan Türkiye'nin her ilinde toplanmaya ve biran önce deprem bölgesine yetiştirilmeye çalışılan yardımlar için bütün Türk halkı büyük bir seferberlik içinde.
Valilikler ve belediyelerden yapılan çağrılar üzerine bütün vatandaşlarımız yardımların toplandığı merkezlere akın ediyorlar. Vatandaşlar ve gönüllüler tarafından paketlenen yardım kolileri dün sabahtan itibaren deprem bölgelerindeki illere gönderilmek üzere yola çıkarıldı.
Evet, deprem büyük bir yıkım. Durdurmak imkansız.
Ama ya bu yıkımları önleyebilecek hiç mi imkanımız yok bizim.
Hele de 1999 Marmara depremi gibi 20 binden fazla vatandaşını bir gecede kaybetmiş bir ülkenin vatandaşları olarak, 24 yıldır hiç mi ders almadık!
Yapılaşmada 17 Ağustos'u 'milat' olarak kabul etmiş ve binaların sağlam olması için bütün denetimlerin en ayrıntılı şekilde yapılacağı sözünü vermiştik hani. Bu sözümüzü ne zaman unuttuk!
Van, İzmir, Elazığ ve son olarak Kahramanmaraş depreminde binlerce insanımızın enkaz altında can vermesine nasıl göz yumabildik.
Depremde arama kurtarma çalışmalarının bitmesinin ardından hasar tespit çalışmaları da başlayacak.
Yıkılan binalarla ilgili savcılar şimdiden göreve başladı bile…
Çok geçmez yıkılan apartmanların müteahhitleri başta olmak üzere inşa faaliyetinde bulunan bir kısım yetkililer gözaltına alınmaya başlanırlar.
Daha 1, 2, 3 yıl önce yapılan binalar yerle bir. Aklımıza, “Deprem değil, binalar öldürür” sözü geldi…
Bu yapılan yeni binalara ruhsatlar nasıl verildi?
O kadar Meclis’ten yasa çıkarıldı. Boşuna mı çıkarıldı?
O yasalara onay veren bir milletvekili halen enkaz altında…
Denetim mekanizması neden çalışmadı?
İnşaat işleri rantabl mı yürüyor? Parayı ver, ruhsatı al mantığından ne zaman çıkacağız?
Yapılan inşaatlarda, daireler satılmadan önce ya da dairelerde oturmadan önce neden denetim yapılmıyor? Ya da kağıt üzerinde mi denetim yapılıyor?
Bu yıkılan binalar kimler ruhsat verdi? Kimler o binalara oturma izni verdi?
Mevcut uygulama ve kanuni kapsam dahilinde bu kişiler, yıkılan binalarında kaç kişi ölmüş veya yaralanmış olursa olsun, bilinçli taksirle ölüme ve yaralamaya sebebiyet verme ve ruhsata aykırı yapılaşma sebebiyle en fazla 15-16 yıl gibi bir cezaya çarptırılabiliyorlar.
Bunun da halk arasında, 'yatarı' şeklinde zikredilen infazı da 7-8 yıl civarında. Yani bu kişiler en fazla bu kadar hapis yatabilecekler.
Bu yasa ve yönetmeliklerin yetersiz olduğu, cezaların daha da ağırlaştırılması gerektiği ortada değil mi?
Tamam Hammurabi Kanunları'na göre bu müteahhitleri ve sorumluları cezalandırmayabiliriz ama bütün bu olanların hesabını da sormayalım mı!