Yıllar önce bir köşe yazımda Türkiye'de bir anket yapılsa halkın en az yüzde doksanının demokrasi istediğinin görüleceğini ama ne hikmetse bir türlü 'burjuva demokrasisi'nin dahi tam olarak oturtulamadığını yazmıştım.
Nedeni şuydu; Türkiye'de "laikler" ve "muhafazakarlar" diyebileceğimiz iki ana büyük kitle, hem demokrasi hem de demokrasi karşıtı eğilimleri zihinlerinde hala aynı anda barındırmaya devam ediyorlardı.
Örneğin "laikler" demiştim; bağımsızlıkçılığı ve laik gündelik modern yaşamı savunmalarına karşın, bağımsızlığı yok eden, Türkiye'nin ekonomik ve demokratik gelişmesini engelleyen askeri vesayet rejimini ve soğuk savaş kontrgerilla cumhuriyetini muhafaza etmek istiyorlardı.
"Muhafazakarlar"a ilişkin eleştirim ise, demokrasi yanlısı görünmelerine karşın, laik, modern gündelik hayattan nefret ederek, 'bireysel özgürlük ve demokrasi karşıtı' bir tutum içinde bulunmalarıydı.
Her iki kesimin de ortaklaştığı alan ise işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzleştirilmesi, taşeronlar elinde telef edilmesi ve ekonomik sefalete sürüklenmesi karşısında sessizlikte işbirliği içinde susmalarıydı!
Bu noktada İsveç'i örnek vermiştim. Çünkü burjuva demokrasisinin güvencesinin burjuvazi değil örgütlü işçi sınıfı olduğuna en iyi bu ülkeydi.
Bu yazının üzerinden yıllar geçti. Türkiye'de her sorun ve kavramda olduğu gibi demokrasi sorunu ve demokrasi kavramında da iki boyutlu ve yalınkat düşünme alışkanlıkları, iki kesimden birinde büyük ölçüde değişime uğradı diğerinde ise aynen devam etti.
'Laik' kesim örneğin; aradan geçen süreçte hatalarıyla yüzleşti, 'helalleşme' çağrıları yapıldı. Geçmişte başörtüsü sorunu başta olmak üzere özgürlükler ve temel insan haklarına ilişkin yapılan önemli yanlışlarla ilgili, toplumun muhafazakar kesimleriyle barışma yolunda önemli adımlar attı.
Bunun yanı sıra işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü olması, taşeronların ülkenin çalışma hayatını getirdiği acınacak hal (Soma maden faciası) karşısında taşeronlara kadro talebi ve iktidarın kısmi de olsa bu talebi karşılaması, asgari ücrette artış talepleri, ekonomik sefalete ilişkin ardı ardına açıklanan iyileştirme modelleri, istihdam öngörüleri (2. Yüzyıla Çağrı) ve sosyal yardım destekleri modelleri (Aile Sigortası) gibi çalışmalarla gözle görülür ilerlemeler kaydetti.
Elbette gözle görülür bu çalışmaların elle tutulur olabilmesi için iktidarda olmaları gerektiğinden, -şimdilik- bu öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ise henüz bilmiyoruz. 2023 seçimlerinde hedefledikleri başarıyı sağlayabilirlerse, bu yönde vaadlerde bulunmaya devam ediyorlar. Yeni anayasa metinleri gibi kamuoyuna açıklanan deklarasyonlarla toplumun bütün kesimlerini kucaklayacak açılımlarını ardı ardına açıklıyorlar.
Muhafazakar kesim mi? Ne yazık ki 'laik' kesimin eski alışkanlıklarından bireysel hak ve özgürlüklere karşı tutumu, bırakın ilerlemeyi daha da geriye bile gitti. Geriden izleyen, şüpheci, yanlışa yanlış diyemeyen bir sosyal bilinçlenme seviyesinden öteye gidemediler. Yani yerinde sayıp durdular. Özellikle demokraside yaşanan tıkanıklarla ilgili ki en yakın örneği 'Basına Sansür Yasası'ydı, tek tük cılız sesten başka kimsenin sesi duyulmadı. 'Ne yapıyorsunuz, düşünce ve ifade özgürlüğü hepimize lazım' diyen çıkmadı.
Son olarak tarikatlarda ortaya çıkan çirkinlikler karşısındaki suskunlukları hatta anlamsız bir savunu biçimi, iki kesim arasındaki uçurumu daha da gözler önüne serdi. Aslında tepki de duysalar, kalede 'delik' açmama adına, büyük bir kesimi seslerini çıkaramadılar. Hatta iktidar bile muhafazak kesimden çok daha ileri bir tavır ortaya koydu. Meclis Araştırma komisyonu kurulmasını gündeme getirdi, üst üste yapılan açıklamalarla bu çirkinlik defalarca kez kınandı.
Oysaki muhafazakar radikaller ki ben onları akıllarını iğdiş edenler diye tanımlıyorum, bu rezilliklere tepki gösterenleri, 'bu olayı bahane ederek dine saldırmak'la suçladılar. Oysaki kirletilmek istenen İslam dininin o muhteşem 'ahlak' öğretisiydi. Bu kesim en azından, bu ortak paydada bile kavuşmayı reddetti.
İnsanlar her zaman yaşadıkları gibi düşünmezler, çoğu zaman yaşadıklarının gerisinde ya da çok ilerisinde düşünürler.
Bu ülkede "muhafazakarlar"ın da artık yalnızca yalınkat ve iki boyutlu düşünceden sıyrılmaları, toplumsal değişim talebi karşısında demokrasiye ve özgürlüklere yönelmeleri gereken bir süreçte olduklarını görmeleri gerekiyor.
Aksi taktirde surlarda gedik açtırmayalım derken, kaleyi çoktan kaybettiklerini anlamaları uzun sürmeyecektir.
Muhafazakarları şu gerçeği görmeleri gerekiyor; laiklikten, demokrasiden, kadın erkek eşitliğinden, felsefeden, sanattan, evrensel insan hak ve özgürlüklerinden, hukuk devletinden, toplum sözleşmesinden, sınıflardan, sendikalar ve örgütlenmeden, hümanizmadan, evrimden, aydınlanmadan, tarihsel ilerlemeden, bireyden, akıldan, bilimden, modernleşmeden vazgeçerek, 1500 yıl önceki 'Asr-ı Saadet' dünyasını kuramazsınız.
Bakın İran'a. Er ya da geç…
Su yatağını mutlaka buluyor!
***
The Economist dergisinin araştırma birimi Economist Intelligence, 2023 yılına ilişkin temel eğilim ve beklentileri mercek altına aldığı “The World Ahead 2023” özel sayısında, küresel ekonomiye yön verecek önemli trendleri ve sektörel beklentileri analiz etti. Analizden çıkardığım sonuçlar bakın şöyle;
■ Faizler yükselecek.(Aman dikkat bizde değil, dünyada. Bildiğiniz gibi bizde sürekli aşağı çekiliyor.)
■ Enflasyon, tüketimi yavaşlatacak.
■ Çin kısıtlamaları gevşetebilir.
■ Asya’nın iştahı ve kesintiler, petrol fiyatlarını destekleyecek.
■ Resesyona rağmen teknoloji harcamaları artacak.
■ Streaming şirketleri içeriğe para akıtmaya devam edecek.
■ Otomotivde elektrifikasyon sürecek.
■ Savunma bütçeleri artacak. (Ukrayna-Rusya savaşı anlaşılan daha uzun yıllar devam edecek)
■ Emtia fiyatları düşecek.