Bir kaç yıl önce Rusya'da ineklere, sanal gerçeklik gözlüğü takılıp, yaz günü uçsuz bucaksız bir çimenliğin ortasındaymış gibi hissettirildiğini, sonuç olarak ineklerdeki sütün miktarı ve kalitesinde ise yüzde 80 oranında artış gözlendiğine ilişkin bir haberi okuduğumda, 'Vay be bu kapitalistlerin yapmayacağı daha ne kaldı' diye düşünmüş, ünlü filozof Karl Marks'ın "Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!" sözü aklıma gelmişti.
Türkiye'nin sayılı zenginlerinden İş İnsanı Dilek Sabancı geçtiğimiz günlerde, katıldığı bir yayında “Bir insan için ne kadar para gerekli” sorusuna öyle bir yanıt verdi ki herkesi acayip kızdırdı. Hatta sonrasında 'yanlış anlaşıldım' deyip özür bile diledi. Ne demişti Dilek Sabancı: "Bazı insanlara 1-2 milyon dolar da yetebilir. Onun dışında istediği zaman seyahat edebilecek. 50 milyon ile 100 milyon dolarınız olsa rahat rahat yaşarsınız."
Düşündüğünüzün aksine Dilek Sabancı'ya kızmayan, belki de ender insanlardan biriyim.
Neden mi?
Çünkü herkes bulunduğu yerden, içinde bulunduğu sınıfın sesidir de ondan. Dilek Hanım bu sözleri söylerken de hiç eğip bükmeden, çırılçıplak bir gerçeği emeğiyle, asgari ücretle geçinen milyonlara hatırlatmış oluyor.
Nedir o gerçek?
Fakiriz, fakirsiniz, fakirler...
Dilek Sabancı'nın sözleri bir tarafa, burada asıl düşünmemiz ve hatırlamamız gereken; kapitalizm gerçeği ve bu sistemin yarattığı gelir adaletsizlikleri, eşitsizliklerin seni, beni, hepimizi fakirleştirdiği olmalıydı.
Şöyle ki;
Son otuz yıl dünyada, boş umutlarla avundu insanlık. 1990'larda "Doğu Bloku"nun çökmesinden sonra, son kez kredi açıldı kapitalizme: acaba barış, demokrasi ve refahı kapitalizm getirebilir miydi?
Bu soruyu kerhen de olsa, olumlu yanıtladı insanlık. Ama kapitalistlerin hiç vakti yoktu. Irak savaşı ile başlayan süreç, hızla kapitalist emperyalist sistemin gerçek yüzünü de gösterdi. Kapitalizmin, sorun çözücü değil, tam aksine 'sorunun kendisi' olduğu ortak bir kanıya dönüştü dünyada.
İşçi sınıfı ise iktidar istencini yitirdikçe, kapitalistler tiranlaştılar. Kapitalist egemenliği maskeleyen millet egemenliği söylemi de, biçimsel temsili sağlayan milletvekilliği de, kapitalist soyguncular için yük haline geldi.
Servet birikimi, diğer yanda ise sefalet birikimi yaratmaya devam etti dünyada. Bugünlere gelindiğinde ise sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma düzeyi, tahterevallinin öteki ucundaki sekiz milyar yoksulu havaya savurmaya yetip de artıyor.
Tüm bunların yanında kapitalizm eleştirisi ise sağından soluna, dincisinden yeşiline kadar her kesimde güncellendi. Sistem, ütopik özelliklerini yani meşruiyetini yitirdi. En azımdan dünya kamuoyunda böyle olduğu net olarak görülüyor. Hele de pandemiyle birlikte bu gerçek daha da görünür oldu.
Kapitalizm sistem, 'ehven-i şer' olarak varlığını savunduğu sürece zaten yenilmiş demektir. Kafada ve gönülde olmayan, hayattan da atılacaktır, atılmalıdır!
O yüzden burjuvazi ile emekçilerin kapitalist sistemdeki konumunu ve aralarındaki uçurumu, hiç eğip bükmeden bütün çıplaklığıyla gözümüze gözümüze sokan Dilek Sabancı'ya ben kızmıyorum tam aksine teşekkür ediyorum.
Milyon dolarlarınız yok ve fakirsiniz ama bu duruma neden olan sisteme kızmak yerine, Dilek Sabancı'ya kızıyorsunuz. Kadın daha ne söylesin!