“Gönül ne kahve ister ne kahvehane/Gönül muhabbet ister kahve bahane” demiştir atalarımız…
Kahve deyince sohbet esnasında annemim çocukluğundan kalma anlattığı anı gelir aklıma… Rahmetli dedem sabah kalkar kakmaz sobanın üzerinde hemen kahve pişirir, anneannemle birlikte içer sohbet ederlermiş, annemde o kahve kokusuyla uyanırmış onu hiç unutmadığını söylerdi… Büyükler kahve içerken çocuklar kahve içmez derlerdi bize hep nedense…
Sosyolojide ‘’Kahvenin Sosyolojisi’’ diye bir kavram vardır herkes duymuştur, konuya Anthony Giddens’ in açıklamasıyla kısa bir giriş yapalım. Bakın Giddens kahve ile ilgili neler söylüyor: “Kahve içmenin törensel yönü çoğunlukla kahvenin kendisini tüketmekten çok daha önemlidir. Pek çok Batılı için sabahları içilecek bir fincan kahve, kişisel rutinin merkezinde yer alır. Kahve içmek güne başlamak için gerekli ilk adımdır. Sabah kahvesinin ardından, gün içerisinde çokluk başkalarıyla kahve içilir. Kahve içmek için bir araya gelen iki insan, büyük olasılıkla gerçekte ne içtiklerinden çok bir araya gelmek ve çene çalmakla ilgilenmektedirler. Tüm toplumlarda yeme-içme aslında, toplumsal etkileşim ve törenlerin gerçekleştirilmesi için ortamlar oluşturmaktadır”.
Kahveyi keçiler mi keşfetti?
En fazla anlatılan şekline göre Habeşistan (Etiyopya) kökenli olan kahveyi ilk keşfeden canlılar keçilerdir. Rivayete göre keçi sürülerini gütmekte olan bir çoban, keçilerin garip bir ağacın meyvesini yedikten sonra daha canlı ve hareketli olduklarını görünce “Bunda bir hikmet var” diyerek durumu dervişleri Şazili’ye bildirir. Bu ağacın suyunu kaynatıp içen Şazili kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetleri böylece anlaşılmıştır.
Cezayir kaynaklarına göre, kahveyi keşfedenler arasında Şazili’yle birlikte İdris adı da geçiyor. Hatta ilk zamanlarda kahveye "Şazili" adı verilmiştir. Fakat kahve ağacının meyvelerinin bugünkü anlamda sulu bir içecek hâline dönüşmesi ilk kez Yemen’de olmuştur. İlk defa sofiler kahve içmişler, ibadet ve zikir esnasında özellikle akşamları uyanık kalabilmek için kullanmışlardır.
Kahveler Yemen’den mi geliyor?
Kahvenin ilk vatanı olarak Yemen bilinir. Hatta halk arasında kahve geciktiği zaman “kahveler de Yemen’den mi geliyor?” şeklinde yaygınlaşmış bir söz de vardır. Fakat ilk kahve Yemen’e, Habeşistan’dan gelmiştir.
Osmanlı tacirleri tarafından Avrupa ülkeleri arasında ilk İtalya’ya götürülmüş, ama Papa Clement içilebilir diye fetva verene kadar yayılmamıştır. İstanbul’dan yaklaşık 90 yıl kadar sonra 1645 yılında ilk kez kahve dükkânı açılmıştır. Daha sonra Viyanalılar ona köpüklü süt ve şeker katarak kendi usullerini geliştirmişlerdir.
Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır derler. Bakın bu hatır nerden geliyormuş.
İstanbul’un yemiş iskelesinde kahve yapan ve satan Üsküdarlı bilge bir zat varmış. Her telden insan kahvecinin sohbetini dinlemeye, iki çift nasihatini almaya, derdini paylaşmaya gelirmiş. Günlerden bir gün bu kahvehaneye bir yeniçeri gelmiş. Kahveciye herkese kendinden kahve ikram etmesini fakat içeride yalnız başına oturan Rum gemi kaptanına vermemesini söylemiş. Kahveci de herkese yeniçerinin kahvesini ikram ettikten sonra 2 kahve yapıp Rum kaptanın yanına oturmuş. Yeniçeri hiddetle “Ona vermeyeceksin demedim mi?” Demiş. Kahveci de “bu senin değil benim ikramım” diyerek cevap vermiş. Rum kaptana dönen kahveci, kaptanla hem sohbet etmiş hem de kahve içmiş.
Aradan 40 yıl kadar geçmiş. Sisam Adası`nda büyükçe bir isyan çıkmış. Rumlar isyan etmiş. Bizim kahvehaneci de bir şekilde Rumların eline geçmiş. O zamanlarda Rumlar eline geçirdikleri esirleri pazarda satıyorlarmış. Kahveciyi de yaşlı bir adam satın almış ve ıssız bir yere götürmüş. Adamın kendini öldüreceğini sanan kahveci korkuyla yaşlı adama bakarken adam ona kendisinin 40 yıl önce bir kahve ikram ettiğini ve o kahvenin hatırını unutmadığını söyleyerek kahveciyi serbest bırakmış. İşte anlatılana göre bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır sözü buradan gelmektedir.
Peki, neden kahve yanında su ikram edilir?
Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde hemen ev sahibi bir kahve ikramında bulunur, yanına da bir bardak su koyarmış. Misafir eğer suyu kahveden önce içerse, karnının aç olduğu anlamına gelir, hemen sofra kurulurmuş. Eğer kahveyi önce içerse karnı tok olduğu sadece muhabbet etmeye geldiği anlaşılırmış.
Yani misafir karnım aç demez, su ile ima edermiş; ev sahibi de, aç mısın tok musun demez su ile halini sormuş olurmuş. Suyun kahvenin yanına koyulmasının bir diğer nedeni ise; padişahların yemeklerini tadan çeşnicibaşılar her yemeği zehirli olup olmadığını anlamak için tattıkları gibi kahveyi de tadarlarmış. Fakat kahvenin lezzetli olanı demir cezvede tek kişilik yapılanı olunca padişaha 5 kişilik kahve değil tek kişilik kahve pişiriliyormuş. Bu da güvenlik zafiyeti oluşturuyormuş. Bunun üzerine geliştirilen yönteme göre, padişah kahveye parmağını bandırıp kahvenin yanında gelen suya sokarmış. Kahvenin suyun içindeki dağılımına göre zehirli olup olmadığını anlarmış.
Bilimsel açıdan ise; kahvenin içeriğinde yüksek yoğunlukta okzalat bulunmaktadır. Okzalat böbrek taşına sebep olmaktadır. Bu nedenle içilen su okzalatın atılmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca, kahvede bulunan kefeinin diüretik özelliği bulunmaktadır. Vücuttaki suyun atılmasına sebep olmaktadır. Suyun vücudumuz için ne kadar önemli olduğunu da göz önünde bulundurursak kaybedilen bu suyun geri kazanımı için kahvenin yanında ikram edilen suyu içeriz.
Kahvenin küreselleşmesi sonucunda, üçü bir arada hazır paketler haline gelen kahve, günümüzde Batı’nın Starbucks gibi şirketleşmiş kahve zincirleri ile dünyaya yayılmakta ve markalaşmaktadır. Hangisini içeceğimizi tercih etmek bizim toplumsal sınıfımıza dair bilgiler de verir hale gelmiştir. Kahve içecek dostlarımız çok olsun diyerek konuyu Barış Manço’nun sözüyle bitirelim.
Kahve orta içilir. Ne şekerli, ne sade. Haydi bana müsaade. (Barış Manço)