Hekimler şöyle demiştir: ‘’Dünya adalet ile âbad olduğu gibi zulümle de viran olur. Adalet, bulunduğu yerden binlerce fersah uzaklıkta parıltı verir, zulüm de bulunduğu yerden binlerce fersah uzaklığa karanlık…’’
Kıta:
Adil olmaya gayret et. Adalet, sabah gibi doğunca ışığı binlerce fersaha gider.
Zulmün karanlığı peyda olunca, cihan; bulanık, acı ve sıkıntılı bir hayat ile dolar.
Adaletten, beşer olan insan sayısız şeyin esiriyken nasıl bahsedilebilir bilemiyorum. Adaletten kastım hukuki bağlamda teorik bir adalet okuması değil. Başta kendine karşı adil ol(a)mayan insan, başka bir kişiye, olaya, canlıya karşı nasıl adil olabilir ki? Kafasının içinde milyon tane yargı okunu yontmak yerine, hedefe saplamak için bu denli imtina ederken nasıl bir adaletten bahsedilebilir? Herkes herkesin yargıcı olmuşken nasıl bir mahkemeden söz edilebilir? Mahkeme kurmak, hüküm vermek, yargılamak, linç etmek, bilmek ve hep bilmek…
Şems bana bir şey öğretti; dünyada biri üşüyorsa, sen ısınamazsın! Biri adaletsizce yargılanmışsa, linç edilmişse aslında sende bir parça maruz kalmışsın buna.
Bu sözü tüm insanlığın görebileceği bir yere asmak isterdim. Hatta asmakla yetinmeyip her insanın ruhuna fısıldayıp vicdanının en baş köşesine iliştirmek…
Herkes herkesin kusur bekçisi misali, adeta yeni türemiş bir meslek. Hele de daha geniş kitlelere hitap eden bir insansan yorum yapma hakkı herkese verilmiş demektir. İçinde bulunduğumuz çağda bir kitleye hitap etmesen de hedef olabilirsin tabii. Elbette insan hayatta yüklendiği her misyon, her tercih için bir bedel öder. Lakin kusur ve lütuf bekçisi olacaksak önce kendimizden başlamak gerekmez mi?
Sanattan, spora; bilimden, ilime varana kadar her alanda kusur bekçileri. Anneliğinizden ebeveynliğinizden tutun, sanat eserinize, şarkı sözünüze, giydiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz, yaşadığınız hatta aldığınız nefese varana kadar…
Toplum kendisinden gafildir, o yüzden hep birbirlerinin kusurlarını görürler.
Toplum bir vücut olarak var olsaydı, güzel sanatlar bu vücudun can damarı olurdu. Elbette ortaya çıkan sanat eseri ulusal bir üründür ama bunun çok daha ötesine geçmiş dünyaya mâl olmuştur artık. Her sanat eseri türü fark etmeksizin, ortaya çıktığı döneme dair izler barındırır içinde. Bir var oluştur o.
Ülkenin siyasi iklimi elbette halkı etkiler, siyaset her şeyin içine sirayet edebilir ama sanatı siyaset üzerinden okumak toplum için mühim olan bu her iki olguya da haksızlık yapmaktır. Kutuplaşmayı, ayrış(tır)mayı değil, bir milleti var etmeyi ebedî kılmayı amaç edinmiştir her ikisi de. Bilmediğim, uzmanlık alanım olmadığı konular hakkında; ‘’bilmiyorum’’ demenin büyük bir meziyet olduğuna inanıyorum. Son zamanlarda gerek popüler gündem gerek haberleri incelediğimde ise bunun bizim toplumumuz özelinde ciddi bir eksiklik olduğu kanısındayım. Bildiğim tek bir şey var ki inançlar üzerinden yapılan acımasız her yorumun inancın temelinde yer alan mihenk taşlarında ters düştüğüdür.
‘’Gel, gel, ne olursan ol, yine gel,
İster kafir, ister mecusi,
İster puta tapan ol, yine gel…’’ öğretisinin hüküm sürdüğü bu topraklarda zulüm iklimi yeşermemeli, yeşertilmemeli…