Küreselleşme, dünyaya hükmetme, refah ve emperyalizm uğruna siz hiç acımış mıydınız ki? Şimdi kaderin size acımasını ve çare olmasını bekliyorsunuz. Ülkelerin açıklamalarını haberlerde duydukça, bu salgının bir hak ediş olduğuna olan inancım daha çok artıyor. Kibriniz, hırslarınız yüzünden bu hâle getirdiniz dünyayı, aslında olanlarda asıl gerçeğin yansıması. Dengeyi bozan bir virüs değil, sizin ol(a)mayan vicdanınızdı. Her gün 30.000 çocuk temiz suya ulaşamamaktan ve açlıktan ölürken adaletin er ya da geç tecelli edeceğini de bilmeliydiniz. Bunun biraz mistik ya da metafizik bir görüş olduğunu düşünebilirsiniz, belki de buna karşın ama kurunun yanında yaşta yanıyor serzenişlerinde de bulunabilirsiniz. Lakin gözlerin gerçeğe kapalı olduğu, kendi refah ve mutluluğumuz dışında hiçbir şeyi düşünmezken bunlar aklımıza geliyor muydu?
Hayat dersi mi, feleğin sillesi mi bilinmez…
Amerika’nın açıklamalarına haberlerde rastlıyor musunuz? Aç kalma korkusuyla market yağmalamak, aç kalıp ölme hissi kadar kekremsi bir duygu mudur acaba? Küresel büyümeyi salgın geçtikten sonra durdurarak, içe dönmeye yönelik politikalar sergileyeceklerini açıkladılar. Demek ki sınırları aşınca, tüm zorluklar aşılamıyormuş. Petrol uğruna tarih boyunca ne savaşlar verilip ne kanlar dökülmüştü oysaki... Şu an değer biçip, yere göğe sığdıramadığımız, şarkılar yazdığımız petrol fiyatları sürekli düşüyor. Bazı durumları öngörmek için fikir insanı olmak yerine sadece gözlemlemek bile yeterli olabiliyor. Ama sadece bakmak yetmez, görmeyi de bilmeli. İlk zamanlarda salgının önünün alınması için uğraşların daha sonrasında politik kararların savaşına dönüşeceği oldukça açıktı. Şu an hızla artan sayılara takıldığımız kadar, sürekli değişen kararlar ve politikalar da takılıyoruz.
Ekonomi yeniden canlanır da, ölüler asla…
Muğlak olarak ilerleyen salgının ve salgın günlerinin zihni ve ruhu bulanıklaştırdığı yadsınamaz bir gerçektir. Fakat insanı bedene bulaşan mikrop mu hasta eder, yoksa ruha bulaşan mı? Aslında vücudu öldürenden çok ruhu öldürenden korkmalıydık ama uzun süredir bu korku var mıydı bizde? Türk insanın da vardır bu yağmur yağınca asla kalkmak istemez yatağından, havanın karanlığı içimi kararttı der kendini bunaltırdı. Şimdi sahil kenarlarında, sevdiklerimizin yanında, bahçelerde, parklarda yağmuru hissetmeye ne kadar da hasret kaldık değil mi? Sadece bu mu ki… İnsan, insana muhtaçtır hele de kelebeğin ömrünü bile kısaltan bir devirde. Anladık mı acaba insana olan değeri, insanlardan bu denli uzak kalınca? Yaşam boyu bakmak ve görmek arasındaki o ince çizgide kalarak hayatı kendimize nasıl da zehir ediyormuşuz değil mi? Özgürlük için tarih boyunca, hele de bizim anlı şanlı tarihimizde ne savaşlar verilmiştir. Sahi özgür olmak nasıl da güzelmiş… Ufacık bir virüs bütün dünyayı etkisine alıp değiştiriyorsa işte orada durup defalarca düşünmelidir. Aralık ayında ortaya çıkan ve hızlıca birçok ülkeye sirayet eden bir virüs yaşamı durdurma noktasına geldi. Bu ana kadar akışkandı hayat bir seyri vardı. Şimdi nerede o sahip olduğu akışkanlık?
Bu fani âlemde ebedi olmaya lâyık ne kadar an ve saniye varmış değil mi? Zavallı hafıza… Günden güne yok olduğunu hissettiğimiz vücut denilen şu toprak yığıntısının üzerinde sürekli var olmaya çalışır durur. Bir hüzün veren bir bakışı, derinden bir acıyı senelerce korur. Bir sözü, bir tebessümü yıllarca saklar. Etrafında baş dönmesi verecek büyük bir hızla geçen bütün hatıra ve üzüntüleri kaydetmeye çalışır. Hayatımıza eşlik eden mazi elbet bir gün unutulmuşluk denizinde mahvolur. Şartlar her ne olursa olsun ömrü yaşanmaya dair kılmalı…
Tebrik ederim doğru tespitlerin için...Başarılarının devamı dileklerimle.....