Yıl 1924, mevsimlerden yaz. Mustafa Kemal Atatürk Latife Hanımla birlikte Samsun’da. Samsun Öğretmen Birliği çay ziyafeti düzenlemiş. Bir taraftan çaylar içiliyor diğer taraftan sohbet ediliyor. Kadın, erkek öğretmenler ateşli konuşmalar yapıyor. Herkes mutlu, Gazi de mutlu.
Biraz sonra Hamdi Bey isminde bir ilköğretim müfettişi başlıyor konuşmaya. Aman Allah’ım o ne konuşma. Gazi’yi nasıl methediyor, nasıl göklere çıkartıyor. Önce Osmanlının yıkılışını ve milletin halini anlatıyor alabildiğine dramatik bir tonda. Ne bülbüllerin suskunluğu, ne baykuşların matemli sedaları, ne de milletin hıçkırıkları, her şey var o konuşmada ve sonunda şunlar dökülüyor ağzından:
“Siz Ulu Gazi, siz ey zafer nuru, siz ey Türk diyarının kıymetli ve unutulmaz kurtarıcısı, siz yetiştiniz. Ulu Gazi, bin bir milletin yardımıyla meydana gelen bir ordunun karşısında yalnız ve kimsesizdiniz. Silah namına göğsünüzdeki azim ve imandan başka bir şey yoktu; kalktınız, yürüdünüz, her adımda binlerce ölüm saklı karanlık yollardan, müthiş uçurumlardan yürüdünüz, her adımda binlerce ölüm saklı karanlık yollardan, müthiş uçurumlardan yürüdünüz, dağdan dağa, şehirden şehire, köyden köye koştunuz. Nihayet can çekişme halinde bulunan milleti kaldırdınız ve yürüttünüz. Bütün bir husumet cihanına karşı geldiniz; bizi iç ve dış düşmanlardan, esirlikten kurtardınız.”
Konuşmalar bitince Gazi Mustafa Kemal Paşa söz alır. “Şahsına karşı gösterilen büyük teveccühten büyük memnunluk duyduğunu” ifade ettikten sonra şunları söyler:
“Sizden olan bir kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi bir millet ferdinin benliğinde toplamak, yüksek bir topluluğun geçmişe, hâle, geleceğe ait bütün meselelerini açıklamayı, o topluluğun bir tek şahsiyetinden beklemek elbette layık değildir, elbette lazım değildir….
….Vatandaşlar, vatanınızda herhangi bir kimseyi, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi sevebilirsiniz; fakat bu sevgi sizi ulusal varlığınızı herhangi bir kimseye, herhangi bir sevdiğinize vermek yoluna götürmemelidir. Aksine hareket kadar büyük hata olamaz; ben büyük Milletimin artık böyle bir hatayı yapmayacağına inanmış olmakla övünç ve rahatlık duyuyorum….
….Efendiler, İlham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin müşterek arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istiklalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler; milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir.”
Ne muhteşem bir büyüklük, ne muhteşem bir alçakgönüllülük, milletine âşık ve her şeyi “milletim yaptı” diyen, diyebilen bir kurtarıcı, bir önder, bir Cumhurbaşkanı.
Ders alınması gerekmiyor mu bu millet sevdasından, bu ben değil biz ifadesinden ve samimiyetinden.
Alabilmiş miyiz? Sormayalım mı?
NOT: Bu yazıyı Atatürk’ün önce özel kalem müdürü daha sonra da Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevinde bulunan Hasan Rıza Soyak’ın “Atatürk’ten Hatıralar” kitabından alıntıladım.
Atatürk’ten Hatıralar- Hasan Rıza Soyak- Yapı Kredi Bankası- 5. Baskı- 2008-İstanbul