Biz bir zamanlar şiir okurduk. Hem sevdamızı dile getirir hem de kelime hazinemize yeni kelimeler eklerdik.
Çok zengin bir dilimiz vardı hem halk edebiyatı hem divan edebiyatı olarak. Bizim tasavvuf edebiyatımız da zengindi, sevda edebiyatımız da.
Dilimiz zengindi ama aynı zamanda ar damarımızda henüz patlamamıştı.
Ben lise 1’inci sınıfı Ordu’da okudum. İyi bir öğrenciydim. Leman Gürsoy adında bir edebiyat öğretmenimiz vardı. Daha sonra kocası Uğur Gürsoy’la(Uğur Ağabeyle) aynı meslek dalında buluştuk. O Hürriyet Haber Ajansı, ben Türk Haberler Ajansı Karadeniz Bölge Müdürlüğü görevlerinde çalıştık.
Bir soru, daha doğrusu beş soru sordu Leman Hoca. Dördünü yaptım, birisini kâğıt kalem önümde bekliyorum. Leman Hoca’nın dikkatini çekmiş, başıma geldi “sen bunu yaparsın” dedi.
“Yaparım Hocam, yaparım da şair Enderunlu Vasıf burada sevgilisinden bahsediyor, size karşı ayıp olmaz mı” dedim.
Konunun Türkçe olduğunu ve Nihat Sami Banarlı’nın kitabına bile girdiğini söyledi.
Rahatladım, son soruyu da yaptım ve o dersten 10 aldım.
Hala hafızamdadır lise yıllarında okuduğum şiirler. Sevda şiirleri, gurbet şiirleri, “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” diyen şiirler.
Yunus Emre’nin, Âşık Veysel’in, koç yiğit Köroğlu’nun, Yahya Kemal Beyatlı’nın, Mehmet Akif Ersoy’un, Necip Fazıl Kısakürek’in, Faruk Nafiz Çamlıbel’in ve daha birçoklarının şiirleri bizim “yerli ve milli” edebiyatımızın zenginlikleridir.
Yazarım fırsat buldukça o güzellikleri ve zenginlikleri de.