Bu topraklar bizim, ürün de bizim, biz diker, biz çapalar, biz toplar, biz kuruturuz ama doya doya eller yer. Sadece yemezler; onlar alır, onlar işler, ürünü onların halkı, baldan tatlı karını ise onların tüccarları yer.
Yok, bu kadar değil, dahası var; bizim fiyatlarımızı da onlar belirler, istedikleri fiyata alır, yine istedikleri fiyata hem bize hem dünyaya satarlar.
Dünyada en fazla araziyi yüzde seksenle biz ayırmışız dikmeye. Yüzde yetmiş beşle biz üretiriz dünyada en fazla ürünü ve dünya ticaretinde yüzde yetmişle yine biz öndeyiz.
“Eğer böyle ise söz sahibi de biz olmalıyız” dediğinizi duyar gibiyim. Ne yazık ki öyle değil. Söz sahibi eller, söz sahibi onlar, daha doğrusu giderek tekelleşen bir isim. Üstelik de düne kadar bizim en büyük rakibimiz olan ya da öyle olduğu sanılan bir ülkeden bir insan ve evet sadece bir insan.
İlginç bağlantıları var. Sadece bizde değil dünyada da oldukça aktif. Ama bizim dışımızda hiçbir ülkede kader belirleyici değil. Söz hakkı vermezler eller elin adamına. Yedirmezler nasiplerini kimseye.
Dün şirketler almıştı şimdilerde tarlalar alıyor doğudan batıya hemen her ilde.
Fındıktan bahsediyorum, dört yüz bin ailenin kaderini doğrudan ilgilendiren fındıktan. Dolayla olarak iki milyon insanın kaderinden ama daha da önemlisi Türk Hazinesini daha çok ilgilendiren fındıktan bahsediyorum, bahsetmeye çalışıyorum.
Her geçen gün düzenli bir şekilde artıyor ihracatımız. Son yıllarda iç olarak üç yüz, üç yüz yirmi beş milyon kiloya ulaştı ihracatımız. Kabuklu olarak altı yüz, altı yüz elli milyon kilo demektir bu. İç tüketimimizi de eklediğimizde bu rakam yedi yüz elli, sekiz yüz milyona çıkar. Elimizde ne fındık kalır ne de kabuğu.
Bir kere, sadece bir kere iki buçuk milyar doları geçti döviz gelirimiz. Biraz akıllı olsak, kendi ürünümüze, daha doğrusu kaderimize sahip çıksak, çıkabilsek önce üç milyar, ardından da dört, beş milyar doları bulmamız işten değil.
Dövize ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Daha da artacak ama biz elimizdeki imkânı kullanmıyor, ürünümüzü ele peşkeş çekiyoruz. Hem üretici zarar ediyor hem de hazinemiz.
Sezon başında daha taban fiyatlar açıklanmadan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener açıkladı aklındaki fındık taban fiyatını yetmiş dört lira olarak. Ardından Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dört dolar istediği taban fiyatı olarak. O da o günlerde aşağı yukarı yetmiş iki liraya denk geliyordu. İkisinin istediği de olmadı. Son sözü Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söyleyecekti, söyledi de: Elli iki lira.
Herkes dinledi, dinlemek zorundaydı zaten bu ülkenin insanları. Ama bir kişi dinlemedi: İtalyan vatandaşı Ferrero. Onun fiyatı kırk sekiz TL’nin altında açıklandı ve Türk fındığı o gün bugün bir türlü bu rakamı aşamadı.
Dedim ya, toprak bizim, emek bizim, ürün bizim ama söz elin.
Yazık, hem emeklerimize, hem ürünümüze, hem hazinemize.