Müslümanın yalan söylemeyeceğini, daha doğrusu söyleyemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum üç gündür.
Peki, Müslüman yalan söylemez, söyleyemezse hepsi de “Müslüman olduğunu diliyle ikrar, kalbiyle tasdik edecek” olan bizim siyasetçilere ne oluyor?
Onların Müslümanlığını mı tartışmaya açmalıyız yoksa bizdeki genel “ahlak çürümesini” mi tartışmalıyız?
Galiba ikincisini masaya yatırmak ve irdelemek zorundayız.
Rahmetli Adnan Menderes bir çiftlikte gözünü dünyaya açmıştır.
1899’da dünyaya gelen Adnan Menderes 1922 yılına kadar da Ege Bölgesi direnişinde görev yapmıştır.
Başbakan olur, ülkeye birçok hizmetler yapar ama ben burada sadece bir olay anlatacağım rahmetli Menderes’in devlet adamlığı ve dürüstlüğü konusuna örnek olması bakımından…
Berrin Hanım ortalarda çok değil hemen hemen hiç görünmez.
Üç çocuğu da iyi eğitim görürler.
En büyük oğlu Yüksel Menderes okulu bitirdiğinde kendisiyle “Ne yapmayı düşündüğü” üzerine konuşur. Yüksel Menderes bir arkadaşı ile ticaret yapacaktır.
“Oğlum” der “Siyasetle ticaret bir arada olmaz. Ya sen ticaretten vazgeçeceksin ya da ben siyaseti bırakacağım.”
Yüksel Menderes ticaretten vazgeçer Adnan Menderes de siyasete devam eder.
Bende Akis dergilerinin 1959, 1960 ve 1961 sayıları hala kütüphanemin başköşesinde durur.
Ben bütün o sayıları izledim.
Yüksel Menderesle ilgili sadece bir haber vardı.
Hariciyedeki memurlar çok sevinmişler.
Meğer Yüksel Menderes 1 yıl erken terfi etmiş. Onlarda umutlanmışlar bize de sıra gelir diye.
Bu savrulma bize asıl sorunun Müslümanlıkta ve yalan söyleyip söylememe de değil devlet ve siyaset anlayışımızdaki bu çürümede olduğunu göstermez mi?
Görmek istersek tabii.